German
English
Turkish
French
Italian
Spanish
Russian
Indonesian
Urdu
Arabic
Persian

Hristiyanlığın merkezi

I. Müslümanlar soruyor

 

Bazen müslümanların hristiyanlığın şu ya da öteki öğretisi hakkında belli bir soru sormak yerine – merak ya da şahsi ilgiden olsun – genel bir soru yönelttikleri olur: Hristiyanlıkta önemli ve belirleyici olan nedir, Hristiyanlığın merkezi nedir? Bu bölüm öncelikle İslamiyetin Hristiyanlığın merkezini nasıl gördüğünü, ardından da hristiyanlığın bu merkezi nasıl anladığını göstermeye çalışmaktadır.

 

II. İslami görüş

 

Genel olarak

 

1. Genel olarak bakıldığında müslüman, İslamiyetin bütün vahyedilen dinler arasında en son, en mükemmel ve en kapsamlısı olduğuna derinden inanmaktadır. Diğer dinler, en başta Yahudilik ve Hristiyanlık İslamiyetten önce geçerliydiler, ancak artık geride kalmışlardır. Gerçek din islamiyettir ve yalnız bir müslüman kurtulabilir.

 

Bununla birlikte bir müslüman, hristiyanların yaşamında gördüğü belli dini değerlere açık olabilir. Ancak, islamı tanıyan ve hatta bu konuda eğitim alan hristiyanların, müteşekkir bir şekilde gerçek ve son din olan islamiyette bütün beklentileri gerçekleşmiş bularak müslüman olmak yerine hristiyan kalmaları onun şaşkınlığını artırır. Müslümanlar, belki de Batı dinine ve kültürüne, akılcı olmayan, ancak duygusal bir bağlılığın hristiyanların islama açılmasını önlediğini düşünebilir. Yoksa bunun başka sebepleri de var mıdır?

 

2. Başka müslümanlar daha başka düşünceler öne sürebilirler. İsanın dininin islam, yani tek Tanrıdan mesaj ve yalnız Ona ibadet etme çağrısı olduğunu söylerler. Ancak hristiyanlar bu mesajı daha en başlarda değiştirmişlerdir. Burada özellikle Pavlus bu değişiklik için suçlu gösterilir. Başkalarına göre ise asıl suç kilisenin Sezar Büyük Konstantin zamanından beri devlet gücü ile olan bağıdır. Her ihtimalde İsanın gerçek İncili hristiyanlarca tahrif edilmiştir.(65)

 

3. Yine bazı başka müslümanlar da, Kitabı Mukaddes yorumuyla ortaya konulan tarihi İsa karakteri ve Onun mesajının müslümanlar için de anlamlı olduğu görüşündedirler. Buna karşın, İsanın asıl mesajını yanlış yorumladıkları düşünce ve gerekçesiyle hristiyan imanının temel dogmalarını reddetmektedirler. Günümüzde Yeni Ahitte yeralan dört İncil de bu yanlış yorum ya da tahrifin sonucu olarak görülmektedir

 

4. Mısırlı doktor, edebiyatçı ve düşünür Kamil Hüseyin(66) taraflı ancak iyi niyetli bir bakış açısı ortaya koymuştur. Ona göre herkes Tanrı korkusu konusunda Musanın bir öğrencisi, Tanrıya sevgi konusunda İsanın bir öğrencisi, Cennet umudu konusunda ise Muhammedin bir öğrencisidir. Hüseyin, Hristiyanlığın manasını da şu şekilde açıklamaktadır: Hristiyanlığın ruhunu derin bir şekilde düşünürsek; iyilikler yapmaya ve Tanrının sevdiği herkesi sevmeye çağıran, bunun yanında Tanrı herkesi ayrım yapmadan sevdiği için insanlara zarar verecek herşeyden kaçınmaya çağıran Tanrı sevgisidir ve sonuçta Tanrının dostlarına, insanlara zarar verirsek Tanrıyı sevemeyeceğimizi bilmek demektir.(67)

 

5. Buna göre günümüzde müslümanlar arasında hristiyanlık konusunda iki zıt değerlendirme görülmektedir:

 

a) Olumlu: Hristiyanlık kitap ehli bir dindir. Yahudilik ve İslamiyet gibi kaynağını İbrahimden almaktadır. Hristiyanlık bir vahiy dinidir. Bu noktada hristiyanlar müslümanlara yakındırlar ve müslümanlara karşı düşmanca bir tavır içinde değildirler (Kuran, Maide 82). Hristiyanlar imanlıdır ve bütün imanlılar kardeştirler (Kuran, Hucurat 10). Hristiyanlar tek Tanrıya inanırlar. İbadet ederler. Hristiyanlar kendilerini insanlığın hayrı ve refahı konusunda sorumluluk sahibi sayarlar ve Hristiyanlık taraftarlarından yoksullara sevgi göstermelerini talep eder.

 

b) Olumsuz: Hristiyanlar imansız (kafir) ve çok tanrıcıdırlar (müşrik). Bir insana, İsaya tapmakta ve onu tanrılaştırmaktadırlar. Üç Tanrıya (Allahın yanında Meryem ve İsaya) inanırlar. İslamiyetin kolaylığına karşılık, Hristiyanlık çok karmaşık bir dindir. Kitapları İncil, değiştirilmiş, tahrif edilmiştir ve asıl haliyle artık mevcut değildir. Hristiyanlık, İslamiyet tarafından aşılmıştır. Kilise ve onun öğreti makamı düşünce özgürlüğünü kısıtlamış, bilimi yargılamıştır (bkz. Galileo Galilei 1564-1642 olayı). Hristiyanlar, İslamiyetin tek Tanrıya inancını ve Onun elçisi Muhammede inanmayı reddetmektedirler. İbadeti gerektiği gibi yapmamakta, oruç tutmamaktadırlar. Dinleri sadece ruhsal yanlıdır, Tanrıya adanmış sürekli bekarlık gibi anormal şeyler talep etmekte, bedeni aşağılık görmektedir; günah ve günahın her yerde mevcudiyeti düşüncesine esir haldedir.

 

Detaylı olarak

 

1. Kuranda birbirinden farklı iki bakış açısı mevcuttur: biri hristiyanlığı överken, diğeri hristiyanlığa düşmanca bir tavır sergilemektedir. Her iki eğilim de geçmişte olduğu gibi günümüzde de islamiyetin bütün nüfuz alanında görülmektedir.

 

a) Olumlu eğilim: Bu eğilime en başta hristiyanlar için çok önemli olan peygamberler ve kişiliklere karşı (örn. İsa, annesi Meryem, havariler, Vaftizci Yahya, Zekeriya vb.) duyulan büyük hayranlıkta rastlamaktayız. Bu hayranlık, İsaya indirilen ve Kuran tarafından asıl halinde ve tahrif edilmemiş şekliyle kabul edilen kitap olan İncil i de kapsar. Kuranın tanıklığına göre Muhammedin döneminde İslamiyete yakın olan bazı hristiyanlar da mevcuttur: Sevgide en yakın olanlar... (Kuran, Maide 82); yumuşak, iktisadlı ve mutedil (Kuran, Al-i İmran 110.113.115; Nisa 55; Maide 66); bunun yanında keşişler ve rahipler hakkındaki yorum ise iki yanlıdır (Kuran, Maide 82; Nur 36-37; Hadid 27; ancak aynı zamanda Tevbe 31.34).

 

b) Olumsuz eğilim: Bu eğilim temel olarak hristiyanların Tanrı ve İsa hakkındaki öğretileriyle ilgilidir. Hristiyanlar İsayı tanrılaştırmışlardır ve İsayı Tanrıoğlu olarak adlandırmaktadırlar (Kuran, Nisa 71; Maide 17.72; Zuhruf 59; Tevbe 30-31); üç Tanrıya tapmaktadırlar (Kuran, Nisa 171; Maide 73.116); ve İsanın çarmıha gerildiğini iddia etmektedirler (Kuran, Nisa 156; Al-i İmran 55). Bunun da ötesinde Allahı bırakıp rahiplerini rabler edinmişlerdir (Kuran, Tevbe 31). Dinlerinde aşırılığa gitmişler (Kuran, Nisa 171) ve İsanın şahsiyeti konusundaki farklı görüşleri nedeniyle (Kuran, Maide 14; Meryem 37; ayrıca bkz. Bakara 133.145; Al-i İmran 61) mezheplere bölünmüşlerdir. İnsanın yalnızca hristiyan olarak cennete gidebileceği iddiasında ısrar etmektedirler (Kuran, Bakara 111). Kendilerini Tanrının dostları ve çocukları olarak adlandırmaktadırlar; ancak Tanrı onları bu suçlarından dolayı cezalandıracaktır (Kuran, Maide 18). Yahudiler ve hristiyanlar, yani ehli kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler (Kuran, Bakara 109; bkz. Al-i İmran 110); ve rahipler de (yahudi hahamları, din bilginleri gibi) ahlaksızca haksız yollardan insanların mallarını yerler (Kuran, Tevbe 34).

 

Bu ikilemli bakış açısı hiç kuşkusuz o zamanlar Arap yarımadasındaki hristiyanların Muhammede ve mesajına, yani Kurana karşı ikiye bölünmüş durumdaki siyasi ve dini bakış açılarını yansıtmaktadır: Bazıları (Necran vahasında yaşayanlar gibi) Muhammedin siyasi üstünlüğünü kabul ederken, yarımadanın kuzeyinde yaşayan diğerleri reddetmiştir. Bu bölünmüşlük kendini Kuranda göstermektedir, öyle ki hristiyanlar bir defasında ayrıcalıklı ehl-i kitap sayılırken, diğer defasında imansızların (küffar) kötü grubuna dahil edilip, çok tanrıcı putperestler (müşrikun) sayılmaktadır. Bu ikilemli bakış açısı günümüze dek islami-hristiyan ilişkilerini etkilemiştir. Muhammedin zamanında olduğu gibi bugün de hristiyanların bu iki gruptan hangisi sayılacakları büyük oranda dostça ya da çekişme içindeki ortak yaşama bağlı durumdadır.

 

2. Bu çift taraflı görüş islami gelenek ve teolojide de mevcuttur. Bununla birlikte daha çok Kurandaki olumsuz ifadeleri vurgularlar. Bu çifte mirasın bilincinde olmak zorundayız: bir tarafta çoğunlukla sapkın olarak görülen Batı uygarlığı ve yeni sömürgecilikle bağlantı içinde hristiyan dogma ve kurallarının reddeden görüş; diğer tarafta ise Hristiyanlığı üç tek Tanrıcı dinden biri ve hristiyanları da Tanrıya gerçek imanda kardeşler olarak gören görüş (Kuran, Hucurat 10; hristiyanların mümin olarak görülmeleri koşuluyla).

 

Olumsuz görüşte özellikle üç yön vurgulanır:

 

a) Hristiyanlık, Baba olarak Tanrı ve Onun çocukları olarak insanlardan bahsetmekle, Yaratıcı ile Yaradılış arasındaki ilişki konusunda aşırıya kaçmaktadır;

 

b) tamamen ruhsal yönü vurgulamakla, bu dünyadaki yaşamı feda ederek bütün ilgisini öteki dünyaya göstermekle, bedeni feda ederek ruhu öne çıkarmakla ve yaşamın toplum boyutunun anlamını bireyselliğe feda etmekle de aşırılık göstermektedir. Buna karşın İslamiyet tam insanın dinidir;

 

c) sonuçta Hristiyanlık, İsayı aynı zamanda insan ve Tanrı olarak görmekle, yani insanın Tanrısal yaşama paydaş olmasından bahsetmekle, Tanrının erişilmezliğine yeterli saygı göstermemektedir.

 

III. Hristiyan görüşü

 

Aşağıda seçilmiş olarak Hristiyanlığın iki boyutu öne çıkarılacaktır:

 

1. Sevgi yolu olarak Hristiyanlık

 

1. İsanın taraftarları hakkında Hristiyan sözcüğü ilk defa Antiochiende (günümüzde Türkiyenin güneyindeki Antakya kenti) ve İ.S. 43 yılında kullanılmıştır. Putperest uluslar İsa Mesihin taraftarlarını bu sözcükle (İncil, Elçilerin İşleri 11,26) tanımlamışlardır. Hristiyan olmak, iyilikler yaparak her yanı dolaşan (İncil, Elçilerin İşleri 10,38), haçta ölen ve ölüler arasından dirilen Nasıralı peygamber İsanın, Tanrının insanlara ebedi vahyi olarak Tanrıdan gelen Mesih olduğuna inanmaktır. Hristiyanlar, İsanın örneği ve gücü içinde, Tanrıya ve insanlara olan ilişkilerini Tanrının insanlara hizmet isteğiyle uyum içinde yaşamaya gayret ederler. Tanrının bu isteği, Tanrının çocukları olmaya çağrılı olan bütün insanları, Tanrı ve bütün insanlar için geçerli bir sevgiyle sevmektir.

 

Hristiyan, haçta ölen, ölüler arasından dirilen ve şimdi Babasının, Tanrının yüceliğine paydaş olan İsanın her an ve her yerde mevcut olduğuna inanır.

 

2. İsa, yeryüzündeki yaşamı sırasında Tanrının Baba olduğunu: Onun, hristiyanların ve bütün insanların Babası olduğunu açınlamıştır (bkz. İncil, Yuhanna 5,18; 20,17; Matta 6,9 vd.). Bu Baba-Tanrı, bütün insanların kendilerini Onun çocukları olarak görmelerini istemektedir. İsa, Tanrı ile insan arasındaki ilişkiyi Baba ve Oğul terimleri ile tanımlamakla, Tanrının sevgisini ifade edebilecek en güçlü benzetmeyi kullanmıştır: bir Babanın çocuklarına olan sevgisi.(68) Ancak hristiyanlar için bu bakış açısı asla Tanrı ile yarattıkları arasında fiziki bir babalığı kastetmez.

 

İsa, kendine özgü bir şekilde Eski Ahitin (Tevrat) önemli bir öğretisini yeniden canlandırmaktadır: Tanrı halkını sonsuz bir sevgiyle sevmektedir; çocuğunu seven bir anne gibi (Eski Ahit, Amos 3.bölüm; Hezekiel 16.bölüm), karısını, hatta sadık olmayan karısını seven bir koca gibi (Eski Ahit, Hoşea 1. ve 2.bölüm; Hezekiel 16.bölüm), nişanlısını seven bir nişanlı gibi (Eski Ahit, Ezgiler Ezgisi). İsa, Tanrının insanlara bu sevgisinin doluluğunu ve koşulsuz oluşunu açınlar. Bu sevgi, o dönemler insanın hayal edebileceğinden çok daha öteye gitmektedir. Çünkü İsanın döneminde yaygın olan görüş, Tanrıyı yalnızca yahudiler ve yahudi halkının da doğru olanlarıyla bağlantılı görmektedir. Bu öğreti yalnız yahudi olmayanları değil; açıkça günahkar olarak sayılanları (örneğin vergi memurları) ve cüzam gibi bulaşıcı hastalıkları olan yahudileri de Tanrının Egemenliği dışında sayar.

 

İsa, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişki konusundaki bu görüşleri tamamen tersine çevirmiştir. Tanrının bütün insanlara aynı sevgi ile yöneldiğini vazetmiştir. Bütün insanların babası olan Tanrı, ayrım yapmaksızın hepsini sevmektedir. Eğer Tanrının özel bir sevgisinden bahsedilecekse bu, toplumun yargıladığı ve dışladığı insanlara yöneliktir: bilinen günahkarlar (tövbe edenler) ve dinsizler: Vergi görevlileriyle fahişeler, Tanrının Egemenliğine sizden önce giriyorlar (İncil, Matta 21,31; bkz. Matta 8,10; Luka 7,9.36-50).

 

Bu, İsanın, Tanrıyı evrensel ve merhametli Baba olarak açınlamasıyla uyum içinde; ister maddi ister manevi sıkıntılarından kurtulmak için kendisine yönelenleri, yoksulları ya da günahkarları, her an kabul etmeye hazır olmasının nedenidir. İsa hiç kimseyi geri çevirmemiştir, hem zenginlerin ve ferisilerin, hem de vergi memurları ve günahkarların davetlerini kabul etmiştir. Günahkarlarla aynı sofraya oturmakla suçlanmadı mı (İncil, Matta 8,10; 11,19; 21,31; 9,10-13; Luka 7,9.36-50; 15,1-2.7.10; 19,7)? İsa, tamamen bu düşüncede kendisinin doğru kişileri değil, günahkarları çağırmaya geldiğini (İncil, Matta 9,13; Markos 2,17; Luka 5,32) söylemektedir. İsa, kendi doğruluklarıyla gurur duyup, günahkarları, yoksulları ve putperestleri eleştirenlere karşı çok katıydı (İncil, Matta 29,3.13-36; Luka 11,42-52; 18,9-14). Çünkü şunu öğretiyordu: Gökte, tövbe eden tek bir günahkar için, tövbeyi gereksinmeyen doksandokuz kişi için duyulandan daha büyük sevinç duyulacaktır (İncil, Luka 15,7.10). Günahkarlara karşı bu Tanrısal tutum Kaybolan Oğul benzetmesinde (Luka 15,11-32) ve Tanrının merhametini ana tema olarak işleyen diğer benzetmelerde (Luka 13-15.bölümler) harika bir şekilde sergilenmiştir:

 

İsa, Bir adamın iki oğlu varmış, dedi. Bunlardan küçüğü babasına, Baba demiş, malından payıma düşeni ver bana. Baba da servetini iki oğlu arasında paylaştırmış. Bundan birkaç gün sonra küçük oğul her şeyini toplayıp uzak bir ülkeye gitmiş. Orada sefahat içinde bir yaşam sürerek varını yoğunu çarçur etmiş. Delikanlı her şeyini harcadıktan sonra, o ülkede şiddetli bir kıtlık baş göstermiş ve o da yokluk çekmeye başlamış. Bunun üzerine gidip o ülkenin vatandaşlarından birinin hizmetine girmiş. Adam onu, domuz gütmek üzere otlaklarına yollamış. Delikanlı, domuzların yediği keçiboynuzlarıyla karnını doyurmaya can atıyormuş. Ama hiç kimse ona bir şey vermemiş. Aklı başına gelince şöyle demiş: Babamın nice işçisinin fazlasıyla yiyeceği var, bense burada açlıktan ölüyorum. Kalkıp babamın yanına döneceğim ve ona, Baba diyeceğim, Tanrıya ve sana karşı günah işledim. Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layık değilim. Beni işçilerinden biri gibi kabul et. Böylece kalkıp babasının yanına dönmüş. Kendisi daha uzaktayken babası onu görmüş, ona acımış, koşup boynuna sarılmış ve onu öpmüş. Oğlu ona, Baba demiş, Tanrıya ve sana karşı günah işledim. Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layık değilim. Babası ise kölelerine, Çabuk, en iyi kaftanı getirip ona giydirin! demiş. Parmağına bir yüzük takın, ayaklarına çarık giydirin! Besili danayı getirip kesin, yiyelim ve eğlenelim. Çünkü benim bu oğlum ölmüştü, yaşama döndü; kaybolmuştu, bulundu. Böylece eğlenmeye başlamışlar. Babanın büyük oğlu ise tarladaymış. Gelip eve yaklaştığında çalgı ve oyun seslerini duymuş. Uşaklardan birini yanına çağırıp, Ne oluyor? diye sormuş. O da ona, Kardeşin geldi, baban da ona sağ salim kavuştuğu için besili danayı kesti demiş. Büyük oğul öfkelenmiş, içeri girmek istememiş. Babası dışarı çıkıp ona yalvarmış. Ama o, babasına şöyle cevap vermiş: Bak, bunca yıl senin için köle gibi çalıştım, hiçbir zaman buyruğundan çıkmadım. Ne var ki sen bana, arkadaşlarımla eğleneyim diye hiçbir zaman bir oğlak bile vermedin. Oysa senin malını fahişelerle yiyen şu oğlun eve dönünce, onun için besili danayı kestin. Babası ona, Oğlum, sen her zaman benim yanımdasın, neyim varsa senindir demiş. Ama sevinip eğlenmek gerekiyordu. Çünkü bu kardeşin ölmüştü, yaşama döndü; kaybolmuştu, bulundu! (İncil, Luka 15,11-32)

 

İsa, insanları erdemli ve günahkar olarak ayıran herşeye karşı savaşmıştır. Örneğin, Sept günü (İncil, Matta 12,8; Markos 2,27; Yuhanna 5,6) ve ayinlerin yalnızca Kudüsteki tapınakta kılınması ile ilgili (İncil, Yuhanna 4,20-21; 2,13-17) bazı dokunulamaz sayılan yahudi yasalarını göreceli olarak önemsiz kılmıştır. Çünkü, insan Sept günü için değil, Sept günü insan için yaratıldı (İncil, Markos 2,27). Yahudi halkının önderlerinin İsayı ölüme mahkum etmelerinin ve Romalılarca idam edilmesi için baskı yapmalarının nedeni, İsanın Tanrının koşulsuz affetmeye ve barışa hazır olduğunu vazetmesidir. Çünkü bu mesaj, halkın önderlerinin kudretlerinin kaynağını tehdit etmekteydi. İsayı çarmıha gerdirenlere bunu gerçekleştirme fırsatı vermekle Tanrı Baba bu önderlerle hemfikirmiş gibi görünebilir. Ancak, Tanrı Onu ölüler diyarına terketmemiş (İncil, Elçilerin İşleri 2,27), aksine İsayı ölüler arasından diriltmiş ve ölüler arasından ilk doğan kılmış (İncil, Koloselilere Mektup 1,18; Elçilerin İşleri 26,23; Esinleme [Vahiy] 1,5), kendi sağına oturtmuştur. Bu nedenle İsa, Tanrı ve insanlar hakkında söylediklerini kabul edip onaylayan Tanrının yetkisiyle kuşanmış olarak Rab ve Tanrının kendisidir.

 

3. Bu mesaj, koşulsuz sevginin mesajıdır. Bu, bütün insanları seven ve onları çocukları olmaya çağıran, güneşini hem iyilerin hem de kötülerin üzerine doğduran, yağmurunu hem iyilerin hem de kötülerin üzerine yağdıran (İncil, Matta 5,45) Tanrının sevgisidir.

 

4. İsanın, sevgi buyruğunu yasadaki en önemli buyruk olarak tanımlaması da buna uygundur. Tanrın olan Rabbi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün aklınla sev... Komşunu kendin gibi sev (İncil, Matta 22,37.39). Eski Ahit de Tanrıya ve insanlara sevgiyi birbirine bağlamaktaydı (Eski Ahit, Yasanın Tekrarı [Tesniye] 6,5; Levililer 19,18) ve İsa bunu kabul etmişti. İsa bu sevgiyi yalnızca bütün yasanın ve peygamberlerin özeti (İncil, Matta 22,40; 7,12; Luka 6,31) olduğu için değil, İsa aracılığıyla bu Tanrı ve insan sevgisine yeni bir anlam verildiği için Yeni Yasa (İncil, Yuhanna 13,34) kılmıştır.

 

Bütün insanların Babası olan Tanrının sevgisi, Tanrı herkesi çocukları olarak sevdiği için bütün insanları sevmeyi buyurmaktadır. İsanın dönemindeki yahudiler için yalnızca dindaşları sevilecek olan kardeş, komşu olarak görülüyordu. İsa için ise günahkarlar, hatta düşmanlar bile sevilmeliydi; gitgide Ona ve ilk dönem hristiyanlığına putperestlerin ve diğer dinlerin mensuplarının da (Samiriyeliler, Suriye-Fenikeliler, Romalılar vb.) bu buyruğun kapsamında sevilmesi gerektiği belirginleşti. İsanın öğrencileri birbirlerini, başkaları bu sayede İsanın öğrencileri olduklarını anlayacak şekilde sevmeye çağrılıdırlar (İncil, Yuhanna 13,35; 15,12-17). Sevgi, düşmanları ve zalimleri de kapsar: Komşunu sev, düşmanından nefret et denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Öyle ki, göklerde olan Babanızın oğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem de iyilerin üzerine doğdurur. Yağmurunu da hem doğruların hem de eğrilerin üzerine yağdırır. Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, ne ödülünüz olur? Vergi görevlileri de öyle yapmıyor mu? Yalnız kardeşlerinize selam verirseniz, fazladan ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyor mu? Bu nedenle, göksel Babanız yetkin olduğu gibi, siz de yetkin olun (İncil, Matta 5,43-48). İsanın öğrencileri kötülüğe kötülükle karşılık vermek yerine iyilikle karşılık vermelidirler (İncil, Matta 5,38-42), ölçü ve sınır koymaksızın affetmelidirler (İncil, Matta 18,21-22), aynı Tanrının affettiği (İncil, Matta 6,12 ve Göklerdeki Babamız duasında olduğu gibi) ve İsanın kendisini çarmıha gerenleri affettiği gibi affetmelidirler (İncil, Luka 23,34). Ancak bu bizim kötü ve haksız olan şeye izin verdiğimiz ya da alkış tuttuğumuz anlamına gelmez; aksine bunun anlamı kötü ve haksız insanları affetmemiz gerektiğidir, çünkü yalnızca affetmek insanı Kötüden kurtarabilir ve insanların Tanrıyla ve kendi aralarında barışmalarını sağlayabilir. İncilin sosyal öğretisini şu sözler çok iyi açıklamaktadır:

 

Sevginiz ikiyüzlü olmasın. Kötülükten tiksinin, iyiliğe bağlanın. Birbirinizi kardeşlik sevgisiyle, şefkatle sevin. Birbirinize saygı göstermekte yarışın. Gayretiniz eksilmesin. Ruhta ateşli olun. Rabbe kulluk edin. Ümidinizi düşünerek sevinin. Sıkıntıya dayanın. Kendinizi duaya verin. İhtiyaç içinde olan kutsallara yardım edin. Konuksever olmaya bakın. Size zulmedenler için iyilik dileyin. İyilik dileyin, lanet etmeyin. Sevinenlerle sevinin, ağlayanlarla ağlayın. Birbirinizle aynı düşüncede olun. Böbürlenmeyin; tersine, hor görülenlerle arkadaşlık edin. Bilgiçlik taslamayın. Hiç kimseye kötülüğe karşı kötülük etmeyin. Herkesin gözünde iyi olanı yapmaya dikkat edin. Mümkünse, elinizden geldiğince bütün insanlarla barış içinde yaşayın. Sevgili kardeşler, kendi öcünüzü kendiniz almayın; bunu Tanrının gazabına bırakın. Çünkü şöyle yazılmıştır: Rab diyor ki, Öç benimdir, kötülüğün karsılığını ben vereceğim. Ama, Düşmanın acıkmışsa onu doyur, susamışsa su ver. Bunu yapmakla onu utanca boğarsın. Kötülüğe yenilme, kötülüğü iyilikle yen. (İncil, Romalılara Mektup 12,9-21)

 

Bu sevgi, affeden, barışan ve barışı tesis eden Tanrı sevgisinin bir örneği olduğu, ve kendini Tanrıya ve insan kardeşlerine armağan etmek olduğu için hiçbir sınır tanımaz. Sevgi çıkar aramaz. Kendini adamak ve affetmekle varolur: İnsanın dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur (İncil, Yuhanna 15,13). Sonuçta İsa böylesi bir sevgi hakkında vazetmekle yetinmedi, bu sevgiyi yaşadı ve bütün insanlar için, hatta haçtayken affettiği düşmanları için bile canını verdi.

 

Havariler ve ilk hristiyanlar, ilk olarak İsanın ölümü ve dirilişinin ardından İsanın yaşamı ve öğretisinin çekirdeğinin sevgi olduğunu, Tanrının bizlere ve bizim de Tanrıya ve bütün insanlara sınırsız sevgimizde yattığını tam olarak anladılar. Tanrıya sevginin gerçek ölçüsünün insan kardeşine sevgi (İncil, Yuhannanın 1.Mektubu 4,20-21) olduğunu, eylemle ve içtenlikle sevmek gerektiğini (İncil, Yuhannanın 1.Mektubu 3,18-19) söyleyecek kadar ileri gittiler - Sevginin ne olduğunu, Mesihin bizim uğrumuza canını vermesinden anlıyoruz. Bizim de kardeşlerimiz uğruna canımızı vermemiz gerekir (İncil, Yuhannanın 1.Mektubu 3,16). Ve ilk hristiyanlar bu kardeşlik sevgisinin candan birlikteliğini yaşadılar (İncil, Elçilerin İşleri 2,42-46; 20,7-11). Kutsal Ruhun verdiği ışık sayesinde İsanın mesajı ve yaşamı üzerine düşündüklerinde şunu anlamaya başladılar: Tanrının sevgisinin özünü böylesi açınlamanın ve ona yanıtı yaşamanın İsa için mümkün olmasının nedeni, İsanın çok özel ve eşsiz bir şekilde böylesi bir sevgiyi bildirmek için Babası tarafından gönderilmiş olan Onun Oğlu olmasıydı. Çünkü Tanrı sevgidir (İncil, Yuhannanın 1.Mektubu 4,8-16), ve Tanrı, biricik Oğlunun aracılığıyla yaşayalım diye Onu dünyaya gönderdi ve böylece bize olan sevgisini gösterdi (İncil, Yuhannanın 1.Mektubu 4,9). Bu seven Tanrı insan olup aramızda yaşadı ve biz Onun yüceliğini gördük (İncil, Yuhanna 1,14). Tanrı Sözü İsa, Onun Oğlu olduğu için Tanrının sevgisinin vahyidir. Ancak bu sevginin İsada ve İsa aracılığıyla bütün insanlık tarafından kabul edilmesi ve Tanrının, Kutsal Ruhun gücüyle Kilisede ve dışında zamanın sonuna dek yaşama geçirilmesi gerekir.

 

Havari Pavlus da, yalnızca İsanın dirilişinden sonra gönderilen Kutsal Ruhun (İncil, Yuhanna 7,37-38; 16,7-15) bizleri Tanrıya Baba olarak seslenmeye (İncil, Romalılara Mektup 8,15; Galatyalılara Mektup 4,6), Tanrıyı ve insanları Tanrının öğrettiği şekilde sevmeye (İncil, Selaniklilere 1.Mektup 4,9; Romalılara Mektup 5,5; 15,30; bkz. Yuhannanın 1.Mektubu 4,7) yetkin kıldığını vurgular. Pavlus, Sevgi İlahisinde, eylemlerimizin ancak sevgiyle değer kazandığını söyleyip, sevgi olmaksızın en değerli ruhsal erdem ve yeteneklerin (karizmalar) bile değersiz olacağında ısrar eder (İncil, Korintlilere 1.Mektup 13.bölüm):

 

Eğer insanların ve meleklerin dilleriyle konuşsam, ama sevgim olmasa, ses çıkaran bir bakır ya da çınlayan bir zilden farkım olmaz. Eğer peygamberlikte bulunabilsem, bütün sırları bilsem ve her türlü bilgiye sahip olsam, eğer dağları yerinden oynatacak kadar büyük bir imanım olsa, ama sevgim olmasa, bir hiçim. Eğer bütün malımı sadaka olarak dağıtsam ve bedenimi yakılmak üzere teslim etsem, ama sevgim olmasa, bunun bana hiçbir yararı yoktur. Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, kolayca öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz. Sevgi haksızlığa sevinmez, ama gerçek olanla sevinir. Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi ümit eder, her şeye dayanır. Sevgi asla son bulmaz. Ama peygamberlikler ortadan kalkacak, diller sona erecek, bilgi ortadan kalkacaktır. Çünkü bilgimiz sınırlıdır, peygamberliğimiz de sınırlıdır. Ama mükemmel olan gelince, sınırlı olan ortadan kalkacaktır. Çocukken, çocuk gibi konuşur, çocuk gibi anlar, çocuk gibi düşünürdüm. Yetişkin bir adam olunca çocukça davranışları bıraktım. Şimdi her şeyi aynada silik bir görüntü gibi görüyoruz, ama o zaman yüz yüze görüşeceğiz. Şimdi bilgim sınırlıdır, ama o zaman, bilindiğim gibi tam bileceğim. İşte böylece, kalıcı olan üç şey vardır: iman, ümit ve sevgi. Bunlardan en üstün olanı da sevgidir.

 

5. Hristiyan dogmaları, her dönemin dinsel ve felsefi akımları karşısında İsa Mesihin anlamını yansıtırlar. İncildeki imanı değişen çevre ve şartlarda korumak amacındadırlar.

 

6. Sonuç olarak hristiyanlık, kaynağı Tanrı olan (İncil, Yuhannanın 1.Mektubu 4,7), ve Babanın Oğlu İsanın mesajında, yaşamı, ölümü ve dirilişinde bizlere açınlanan sevgi yolunu gitmek demektir. Mesihin Kilisesi bu sevgi üzerine kuruludur ve bu sevgiden yaşar.

 

Kilisede yetki kullanımı, en başta İsanın öğrencilerinin topluluğuna, Tanrıda yaşayan sevginin örneğine göre bir hizmettir. Sonuç olarak bu yetkinin kullanımı İsaya hizmet eden sevginin büyük bir ölçüsünü önşart olarak koşar (İncil, Yuhanna 21,15-17: Petrus, beni seviyor musun? ... Koyunlarımı otlat). Ancak hristiyanlar arasındaki bu sevgi birliği asla kendini beğenmiş bir tarzda içe dönük olamaz. Bu sevgi, dünyanın iman etmesi için (İncil, Yuhanna 17,21) önemli bir tanıklık durumundadır. Yeryüzünde sevginin tanıkları olmak, her bir hristiyanın ve hristiyan topluluklarının görevidir, adalet ve barış için çaba göstermek: pratikte tam olarak yerine getirilmesi çok zor olan yüksek bir ideal. Tanrının kendisine armağanı ruhsal lütuflar ölçüsünde her insanın sürekli olarak çaba göstermesi gerekir. Maalesef genel olarak hristiyanlar ve Kilise tarih boyunca bu ideale defalarca ihanet etmişlerdir; bu gerçeği kabul edip dürüstçe üzüntü duymak gerekir.(70) Buna rağmen İsanın mesajı dün olduğu gibi bugün de mevcut ve etkindir. Bu mesaj Kiliseyi, sevgi yasasına göre yaşamaya, sevginin yeryüzünde yayılması ve ister ırki, ister sosyal ya da dinsel yapıda olsun insanlar arasındaki bütün ayrımcı engelleri yıkmak için çaba göstermeye zorlar. Geçerli ve gerekli olan günahın kökleri bencillik ve nefretle savaşmaktır. Her hristiyan, sevginin muzaffer olması için koşulsuzca kendini bu çabaya adamaya Mesihte çağrılıdır.

 

Ek: İslamiyet ve Tanrı sevgisi

 

Tanrıya ve insanlara sevginin hristiyanlığın merkezi ve önemli buyruğu olduğunu iddia etmek, başka dinler ve özellikle islamiyetin bu ikili buyruğu görmezden geldiklerini düşünmek ya da sevgiden bahseden ve sevgiyi yaşayan her insanın biraz hristiyan olduğu anlamına gelmez. İslamiyette bulduğumuz ve İsanın öğretisi ya da Hristiyanlıkla bağlantısı olmadan birçok müslüman tarafından uygulanan bir sevgi yolu vardır.

 

1. Kuranda, Tanrı sevgisinden, bu ister Tanrının insanlara sevgisi olsun (çok seven Tanrı: vadud, iki kez, Kuran, Hud 90; Buruc 14; sevgisini - muhabba - Musaya veren Tanrı, Taha 39), ister insanın Tanrıya sevgisi olsun (dört kez, Kuran, Bakara 165; Al-i İmran 31; Maide 54) bahseden az sayıda ayet vardır ve yalnız iki yerde Tanrı ile Onun sevdiği ve Onu seven bir halk arasındaki sevgiden bahsedilir (Kuran, Maide 54, cihad kavramı içinde burada kafirlere karşı fiziki anlamda Kutsal Savaş olarak anlaşılmalıdır). Ancak bu Kuran ayetleri nedeniyle Tanrının insanlara ve insanların Tanrıya yönelik sevgilerinin İslamiyette merkezi bir konu oluşturduğunu söyleyemeyiz. Kuranın ana mesajını tek, adil ve merhametli yargıç olarak Tanrı kavramı oluşturmaktadır. Bununla birlikte sevgi, hem içerik hem de özel deyim ve kavram olarak Kuranda, hadislerde ve klasik islam öğretisinde yeralan ve İslamiyetin ruhsal geleneğinin ilişki içinde olduğu bir konudur.

 

2. Bu, en başta müslüman tasavvufçuların, sufilerin ruhsal geleneğidir. İsadan sonraki yedinci yüzyılda hayranlık verici Rabia ile başlayarak sufiler, (Tanrının insanlara sevgisinden daha fazla) Tanrıya yönelik insan sevgisini Tanrı arayışlarının ana ekseni durumuna getirmişlerdir. İslamın ilk yüzyıllarının büyük sufileri bu Sevgi Yolunu gelenekçi (ortodoks) islama katmışlardır, en başta da yalnızca Tanrının sevilmeye layık olduğunu vurgulayıp, bu sevgiyi (mahabba) ruhsal arayışının zirve ve son noktası olarak gören Muhammed Al-Gazali (ölümü 1111) yeralır. Daha sonra tarikatlar yoluyla Tanrıya sevgi bütün islam dünyasına yayılmıştır. Böylece bu sevgi, resmi islam tarafından da tamamen kabul edilen önemli bir meditasyon konusu haline gelmiştir.

 

Tanrıya bu sevginin tipik islami özellikleri vardır. Tanrının insana sevgisinden çok, insanın Tanrıya sevgisi olarak anlaşılmaktadır. Çünkü sevgi aranan bir şeye özlem olarak görülür, Tanrı ise böylesi bir bağımlılıktan tamamen özgürdür. Bu islami sevgi, Tanrıya yönelik ve Ona daha yakın olmak düşüncesinde bir arzudur ki, burada Tanrı ile insan arasında sevgi dolu bir birlik tamamen reddedilmiştir. Sonuç olarak Tanrıya yönelik bu sevgi, komşularımızı sevmeyi de talep edebilir, ancak yaratıklara olan sevginin Yaradana olan sevgiyle aynı düzeye asla getirilmemesi şartıyla. Aralarında Rabia ve al-Gazali de olmak üzere bazı islam tasavvufçuları, kendini tamamen Tanrı sevgisine adama çabasında, bütün yaratılmış olanlardan mümkün olduğunca soyutlanmak gerektiği düşüncesindeydiler.

 

2. İnsanın ve insanlığın mükemmelliğe erişme yolu olarak Hristiyanlık

 

1. Hristiyan olsun, müslüman olsun, imanlı için, Tanrının eliyle yaratılmış ve Ona benzer şekillendirilmiş olan insan, Tanrıya geri dönecektir. Baskıların her türlüsünden kurtulmak ve sonunda Tanrının yüceliğine katılmak özlemi çeken her bireyin, insanlığın, evet hatta bütün yaradılışın temel çağrısı budur (İncil, Romalılara Mektup 8,19-25; Kuran, Tekvir, İnfitar, Zilzal ve Karia sureleri). Bu ortak çağrı, ırk, sosyal statü ve din farklılıklarının ötesinde bütün insanların temel olarak eşit olduklarını da ortaya koyar.

 

2. Kuranın islam iman yapısı içinde sahip olduğu konum, Hristiyanlıkta Tanrı Sözü, İsa Mesihin sahip olduğu konum gibidir. Bu noktada Hristiyanlık bir öğreti değil, bunun yerine bir yol, İsa Mesihi izleme yoludur. Her insan, İsa Mesihte Tanrı tarafından evlat edinilmeye çağrılıdır (İncil, Efeslilere Mektup 1,5). Yaradan ile yarattıkları arasında karşılıklı sevgi hüküm sürmektedir. Yaradan Babadır, insanlar da Onun çocuklarıdırlar. İlişkinin bu derinliği ve içselliği, kul (abd) ile Rab (rabb) arasındaki ilişkiden çok ötedir. Hristiyan, bütün insanlar İsanın kardeşleri ve aynı Babanın çocukları olduğu için Tanrıyı ve bütün insanları sevmeye çağrılıdır.

 

Her insanın gerçekten mükemmeliyete erişi, Tanrıya ve insanlara yönelik sevgidir. Bu sevgi, insanlar arasındaki doğal sevgiden çok ötedir. Çünkü İsa, insanın kötülüğe kötülükle karşılık vermesini değil, daima affetmesini ve hatta düşmanlarını sevmesini istemiştir. Böylesi bir sevgiye kimse kendi gücüyle yetkin değildir. Bu sevginin Tanrı tarafından armağan edilmesi gerekir. Bu armağan, insan kardeşlerimizi, aynı Tanrının onları sevdiği gibi sevebilmemizdir. İsa bu sevgiyi haçtaki ölümüne kadar şahsen yaşadı. Bu Tanrıya imanı reddetmek - ateizmin ortaya koyduğu bütün yanlı açıklamalar ne olursa olsun - insanın en önemli duyusunu yok etmek demektir.

 

3. Müslümanlar ve hristiyanlar Tanrının egemenliğine olan yoldadırlar. Ancak insanın mükemmeliğe, bütünlüğe erişi bu dünyada asla tamamen gerçekleşmiş olmayacaktır. Mükemmelliğe erişme konusundaki umut, insanı ve insanlığı yönlendiren, ilerleten güçtür. Her türlü anlamda ilerleme, zamanın sonuna dek, bir insan için ise ölümüne dek mümkündür. Ölüm bazılarınca insan yaşamının geçiciliğine ve anlamsızlığına kanıt olarak görülmektedir; ancak imanlı için İsanın haçtaki ölümü imanlının ve bütün insanların dirilişine olan yolu açar. İsa ölümü, ölüme karşı bir zafere dönüştürmüştür. İnsani yaşamın sonu, Son Günde dünyanın sona erişi, sonsuz yaşama, işte o mükemmeliğe erişe kapıyı açar. O zaman her insan Tanrıyı yeni gökler ve yeni yeryüzünde yüzyüze görecektir. Orada insanlık ve bütün yaradılış mükemmelliğine ve ebedi bütünlüğüne erişecektir (İncil, Romalılara Mektup 8,22-23).

 

4. İnsanın yüceliği, Tanrının (Eski Ahit, Tekvin-Yaratılış 1,26-27, İncil, Korintlilere 1.Mektup 11,7; Koloselilere Mektup 3,10 ve Yakupun Mektubu 3,9da da aktarılmıştır) ve Mesihin benzeyişinde (İncil, Yuhanna 1,3; Romalılara Mektup 8,29; Korintlilere 1.Mektup 8,6; Koloselilere Mektup 1,16; İbranilere Mektup 1,2) yaratılmış olmasıdır. Bu nedenle insan asla bir amaca alet olamaz. İnsanın haklarına, ister laik, ister dini, isterse sosyal ya da siyasi yapıda olsun, her türlü güç tarafından saygı gösterilmelidir.

 

Ancak insan bütünlüğüne yalnızca özgür ve bağımsız insanların topluluğu içinde erişebilir. Bu nedenle aile ve diğer topluluklar hem ulusal hem de uluslararası düzeyde çok önemli bir rol oynarlar. Bireyin ve topluluğun hakları dengeli bir orantı içinde olmalıdır. İster laik ister dini olsun, insan toplulukları bireyin onuruna saygı gösterdikleri oranda ortak yarara hizmet etmektedirler.

 

Ek: İslami Hümanizm

 

Hristiyanlık, insan, insanın kaynağı ve hedefi konusunda kapsamlı bir bakışı sunduğunu iddia eden tek din değildir. İslamiyet de aynı iddiadadır. İslami hümanizmin hristiyan hümanizmi ile bir çok ortak yönleri vardır. Ancak hristiyan hümanizmi Mesihte, islam hümanizmi de Kuranda merkezini bulduğu için ifade tarzı açısından önemli farklar mevcuttur.

 

Kuran şunu öğretir: Tanrı insanı iki eliyle (Kuran, Sad 75) yarattı, ona çamurdan şekil verdi (Adem: Kuran, Araf 12; Müminun 12; Secde 7) veya erkeğin sperminden (diğer bütün insanlar gibi: Kuran, Kehf 37; Hacc 5; Secde 8) yarattı. Daha sonra Tanrı ona ruhunu üflemiştir (Kuran, Hicr 29; Secde 9; Sad 72). Çok bilinen bir hadis, Eski Ahitin Yaratılış-Tekvin 1,26 ayetine çok yakın bir şekilde, insanın Tanrının benzeyişinde yaratıldığını söyler.

 

İnsan, tek Tanrıya ibadet etmek, Ona hizmet etmek, itaat etmek, Onu övmek ve Ona şükretmek için yaratılmıştır (Kuran, Nisa 1; Zariyat 56; Al-i İmran 190-191; Araf 172; Rum 17-18). İnsan ölümcül (beşer) ve çoğu kez sapkın bir yaratıktır. Buna rağmen tek Tanrıya olan imana tanıklık etmek görevi vardır (Kuran, Araf 172-173).

 

Her kim tek Tanrıya inanmayı reddederse hayvanalara benzer (Kuran, Enfal 55; Furkan 44). İnsanın derecesi ise yüksektir. Tanrı, meleklerin bile bilmediği bir şeyi, bütün hayvanların adını, yalnızca Ademe açınlamıştır (Kuran, Bakara 31-33). Bu nedenle Tanrı, yaratılışının hemen ardından meleklere Ademe secde etmelerini buyuruyor. Yalnız şeytan (iblis) buna uymayı reddediyor (Kuran, Hicr 31; Kehf 50; Meryem 44; Taha 116; Sad 74). İnsan, Tanrının, emrine ve yararlanmasına sunduğu yeryüzünün kralıdır (Kuran, İbrahim 32-33; Nahl 12-14; Hac 65). İnsan, Tanrının yeryüzündeki halifesidir (Kuran, Bakara 30), ki bu islami bir hümanizmi savunup destekleyen çağdaş yazarların sık sık alıntı yaptıkları bir ifadedir.(71)

_______________________________________________________________

  • (65) Bazı müslümanlar Barnabas İncilinin bulunması ile bu tahrif edilmiş İncilin yeniden günışığına çıktığı düşüncesindedirler. Gerçekte ise bu buluntu 16.yüzyıldan kalma, uydurma bir kitaptır ve, ya zorla Hristiyanlığa döndürülmüş Endülüslü (İspanya) bir müslüman, ya da Venedikte yaşamış bir müslümanın eseridir. Bkz. Christine Schirrmacher, Der Islam, C.2 (Neuhausen/Stuttgart: Hänssler, 1994), S. 268-289.
  • (66) Al-Vadi al-Mukaddas (Kutsal Vadi), Kahire, Dar al-Maarif, 1968. İngilizce çeviri: The Hallowed Valley. A Muslin Philosophy of Religion. Kahire 1977
  • (67) Bkz. a.g.e. S. 31
  • (68) Kuranda Tanrı sevgisinden, insani-duygusal özellikte kelimelerle bahsetmektedir: Muhabba, mavadda, rahma.
  • (69) Bu nokta büyük islam din bilgini al-Biruni (973-ölümü tahmini 1050) tarafından çok açık görülmüştür. Bkz. önemli alıntılar Üçlübir Tanrı bölümünde ve İsanın Tanrılığı bölümünde.
  • (70) Bkz. bölüm: Kilise
  • (71) Çok anlamlı bir yazısında çağdaş düşünür Muhammed Talbi (doğumu 1921 Tunus) Tanrının nasıl emaneti (sorumluluk) (emanet edilen iman ve dünyanın yönetimi) göklere, yeryüzüne ve dağlara vermek istediğini ve bunların bunu reddettiklerini, insanın ise bu sorumluluğu üstlenecek kadar aptal olduğunu anlatıyor. Talbi bu kabulde insan yazgısının trajik yönünü görüyor (bkz. Compendre [Paris], Sayı 98, Kasım 1970).

Bize ulaşınız

J. Prof. Dr. T. Specker,
Prof. Dr. Christian W. Troll,

Kolleg Sankt Georgen
Offenbacher Landstr. 224
D-60599 Frankfurt
Mail: fragen[ät]antwortenanmuslime.com

Yazıcılar hakkında bilgi?