Misyonerlik ve Diyalog
Hristiyan bir bakış
1. Misyon
Allah’ın kurtuluş sevgisi
Allah sevgidir (1 Yuhanna 4,8.16). O’nun kurtuluş sevgisi insanlara Mesih aracılığıyla açıklanmış ve bildirilmiştir. Bu sevgi dünyada Kulsal Ruh aracılığıyla mevcut ve etkindir. Bu sevginin bütün insanlara yaşam kaynağı olması için Kilisenin canlı bir sembol olması gerekir. İsa’nın arzu ettiği gibi, onun misyonu bir sevgi gönderisidir, çünkü sevgide gönderinin kaynağını, hedefini ve niteliğini bulur. Mesih’e olan tam bağlılık içinde Kilisenin her görüşü ve davranışı sevgi ile şekillenmelidir. Çünkü o bu misyonu Kiliseye yüklemiştir, onu içsel olarak taşımaktadır ve tarih içerisinde gerçekleşmesini sağlamaktadır.
Mesihçi Halk olarak Kilise
Konsilin de vurguladığı gibi Kilise Mesihçi Halk’tır, görünen topluluk ve ruhsal cemaat, bütün insanlarla hac halinde olan (yürüyen) ve onların deneyimini yapan halktır. Toplumu Mesihte yenilemek ve onu Tanrı’nın ailesi yapmak için Kilise maya ve halkın ruhu olamlıdır. „Bu yeni Mesihçi Halk, İsa’nın bizi sevdiği gibi …yasa olarak, sevmeyi, yeni emir olarak almıştır“ (II. Vatikan Konsili Kilise hakkında ki dogmatik bildiri: Lumen Gentium, No 9). „Hac halindeki Kilise asıl olarak ,misyonerdir‘ (II. Vatikan Konsili Kilisenin Misyonerliği hakkında ki bildiri Ad Gentes No: 2; bak. orda No. 6,35-36). Misyoner davranış biçimi her Hristiyan için diri imanının doğal bir ifadesidir.
Kilisenin Misyonu
Kilisenin misyonu kendini binaaneleyh etkisi ile gösterir, onun gücüyle misyon Mesih’in yasasına bağlı olarak, Kutsal Ruh’un sevgisi ve lütfuyla bütün insanlara ve halklara bütün gerçekliğiyle mevcut olacaktır… (II. Vatikan Konsili Kilisenin Misyonerliği hakkında ki bildiri Ad Gentes No: 5). Bu görev yalnız bir tanedir, ama bu misyonun ayrı ayrı yürütüleceği koşullara bağlı olarak farklı şekilde uygulanır. „Bu koşullar ya Kiliseye ya da bu misyonun hedefi olan halklara, topluluklara veya insanlara bağlıdır … Her bahsedilen koşul veya etap kendine özel işleme yöntemi ve uygun araçlara uygun olmalıdır … Bu misyonerlik çalışmasının asıl hedefi incilin yayılmasıdır (efangelizasyondur) ve Kilisenin hâlâ kök salmadığı halklar ve topluluklarda yerleştirilmesidir (orada No. 6). Aynı Konsilin başka metinleri Kilisenin misyonunun Göklerin egemenliğinin ve değerlerinin bütün insanlar arasında yayılması için olduğunu vurgular (karş. II. Vatikan Konsili Kilise hakkında ki dogmatik bildiri: Lumen Gentium No. 5, Dünya içindeki bugünkü Kilise hakkında ki Pastoral bildiri Gaudium et Spes No 39, Ekümenizim hakkında ki bildiri Unitatis Redintegratio No 5, Din özgürlüğü hakkında ki açıklama Dignitatis Humanae No 14, Laiklerin görevi hakkında ki bildiri Apostolicam Actuositatem No 5).
Misyonun çeşitli biçimleri ve görüş açısı
Misyonun çeşitli biçimleri ve yönleri II. Vatikan Konsili tarafından düzeltilerek yeniden yazılmıştır. Kilise Öğreti Makamının gidişatı ve bildirileri, Episkoposlar toplantıları gibi: sosyal adalet hakkında (1971), Efangelizasyon hakkında (1974), Din Öğretisi hakkında (1977), VI. Paulus ve II. Juhanna Pavlus’un bir çok konuşmaları Asya, Afrika ve Latin Amerika Episkoposkonferansları Konsil öğretisinin diğer yönlerini araştırmış ve derinleştirmişlerdir. Örnek olarak „Onun [Kilise’nin] asıl misyonunun temel unsuru ki bunu kendisinden ayırmak mümkün değildir“ (II. Yuhanna Paulus, Redemptor Hominis, 4 Mart 1979, No 15), insanlar için taraf tutması, sosyal adalet , özgürlük ve insan hakları için çalışması değişen adil olmayan sosyal yapının değiştirilmesi.
Karmaşık ama tek düzen bir gerçek
Kilise bililncinde misyonerlik, çok belirgin,tek düzen ama karmaşık bir gerçek olarak görülmektedir. Temel bireyleri şu şekilde sıralanabilir: Misyon, bir hristiyanın varlığı ve yaşam tanıklığıyla gerçekleşir. (karş. Paulus VI., Havarisel bildiri Evangelii Nuntiandi, 8. Aralık 1975, No. 21). Tabii ki şunu da kabul etmemiz gerekir, „bizler bu hazineyi kırılabilir kaplarda taşımaktayız“ (2 Korintliler 4,7) ve bir Hristiyanın, mevcudiyetinin görüntüsü ile kendisinin bulunduğunu zannettiği durum arasındaki mesafe daima aşılamaz şekilde kalır. Buna ilaveten insana yapılan somut hizmet, sosyol gelişme için yapılan bütün çalışmalar ve aynı zamanda, açlığa ve ona sebeb olan yapılaşmalara karşı savaş. Uzaktan da olsa, ilave etmek gerekir ki; litürjik yaşam, dua ve inzivaya çekilmek: ikna edici şahadet olarak, bizi kendi egemen ve mükemmeliğine çağıran, gerçek Tanrıya olan ilişkilerdir. (karş. Havarilerin İşleri 2,42).
Sonra, diyalog; Hristiyanlar diğer dini geleneklere bağlı insanlarla karşılaşırlar, onlarla beraber gerçeği bulmaya uğraşırlar ve müşterek ilgi alanları için eserler üzerinde çalışırlar. Sonuç olarak, yaşam ve kültürü daha da derinleştiren Müjde (Evangelium) nin mutlu haberinin verilmesi ile ilgili tanrısal bidiri ve ilmihal de diyalogun içeriğindedir. Bütün bunlar misyona dahildir.
Herkesin görevi
Bütün Kiliseler tüm misyondan sorumludur. Aynı zamanda her Hristiyan imanının kuvvetiyle ve vaftiz aracılığıyla bunu tam olarak yerine getirmeğe çağrılmıştır. Durumun gerektirdiği, özellikle Tanrı Halkının özel konumu ve kişisel karizma Hristiyanlara, misyonun bilhassa bu veya şu görüş açısını taşımaları yeteneğini sağlar.
Mesih’in örneği
İsa’nın yaşamı misyonun bütün birimlerini içerir. İncil’e baktığımızda Onda suskunluk ve işlev, dua, diyalog ve vaaz görürüz. Onun mesajı davranışlarında ayırd edilemez: O, Tanrı’yı ve O’nun egemenliğini sadece sözlerle değil, aynı zamanda yaptığı ve tamamladığı iş ve eylemleriyle bildirmiştir. O inkarı kabul eder, başarısızlığı ve ölümü göze almaktadır; O’nun zaferi yaşamını feda etmesiyle başarıya ulaşır. Onda herşey, kurtuluşun ve vahyin yolu ve aracıdır (karş. orda, No. 6-12). Hristiyanlarda böyle yapmalıdır: „Birbirinizi severseniz, herkes bununla benim öğrencilerim olduğunuzu anlayacaktır“ Yuhanna 13,35).
İlkkilise
Yeni Ahit’te misyonun çok katmanlı ve detaylı bir resmini sergiler. Çeşitli Karizmalara bağlı olarak bir sürü fonksiyon ve görev bulunmaktadır (karş. 1 Korintliler 12,28-30; Efesliler 4,11-12; Romalılar 12,6-8). Pavlus kendi özel misyonerlik çağrısını şu sözlerle vurgulamaktadır: „Mesih beni vaftiz etmeye değil, Müjde’yi yaymaya gönderdi“ (1 Korintliler 1,17). Buyüzden Havarilerin, Peygamberlerin ve incil yazarlarının yanında cemaatsal işlerle uğraşan ve acı çekenlere yardıma çağrılmış kişiler buluruz. Ailelerin, erkeklerin, kadınların ve çocukların görevleri vardır; Beylerin ve hizmetlilerin görevleri vardır. Herkes toplum içinde özel bir tanık vermekle yükümlüdür. Birinci Petrus Mektubunda diasporada yaşayan Hristiyanlara veriler işaretler güncellikleriyle bugün dahi şaşırtıcıdır.
Juhanna Paulus II. bunun bir kısmını Hristiyanların başka inaçlara bağlı hemşerileriyle olan ilişkileri için bir „altın kural“ olarak tanımlamıştır: „5Mesih’i Rab olarak yüreklerinizde kutsayın. Sizdeki ümidin nedenini soran herkese uygun bir yanıt vermeye her zaman hazır olun. Yalnız bunu yumuşak huyla ve saygıyla yapın. Çünkü siz temiz bir vicdana sahipsiniz. (1 Petrus 3,15-16).
Önemli Misyonerler
Hristiyan misyon tarihinin sayısız örnekleri arasında Aziz Fransua’nın kardeşlerine telkin ettiği 1221 den resmi olmayan kurallar belirticidir. Orda kardeşlere şunu telkin eder: „Tanrı vasıtasıyla Araplara gitmek isteyenler … Onlar iki şekilde onraın arasında ruhsal ilişkilerini düzenleyebilirler. Birincisi onlarla hiçbir kavgaya ve tartışmaya başlamayıp, aksine her insana Allah’a olan sevgiden dolayı yurttaş ve Hristiyan olduklarını söylemektir. İkinci ise, eğer Rabbim hoşuna gideceğini anlarlarsa Tanrı Sözünü vaaz etmeleridir“ (Assisili Fransua, Regula non Bullata XVI: Fontews Francisciani, Assisai 1995, 198f). Geçtiğimiz yüzyıl özellille islam dünyasında Charles de Foucauld edindiği bilgilerin başlangıcını ve değerli olduğunu fark etmiştir. O misyonunu mütevazi bir duruş ve Tanrıyla suskun bir birliktelik içerisinde, fakirlerle bir caamat olarak ve evrensel kardeşlikle nasıl yaptığını görmüştür.
Özgürlüğe olan saygı
Gönderi insanın özgürlüğüne olan saygıyı göz önüne alarak yönlenir. Buyüzden II. Vatikan Konsili yaşamın ışığı olan Mesih’i „Havarilerin kahramanlığıyla – gerekirse – ölüme kadar bütün cesaretle iletmeyi“ (II. Vatikan Konsili, Din özgürlüğü bildirisi Dignitatis Humanae, No. 14) buyurmuştur, fakat her konuşulacak kişide gerçek özgürlüğe saygıyı ve teşviki, özellikle dinsel konularda hiç bir baskı uygulanmaması talebini korumuştur. „Yine dikkat edilmesi gereken bir husus da İlahi gerçekliğin insan onuruna uygun ve isnanın sosyal yapısını rencide etmeyecek şekilde, araştırma özgürlüğü, eğitim, öğretim, görüş alışverişi ve diyalog gibi yollarla aranması gerekliliğidir. Hakikati bulan yahut bulduğuna inanan herkes bir diğerine bu konudaki birikimlerini aktarmalı, bu vesileyle gerçeği arayanlara yardımcı olmalı ve aynı zamanda kendi hür iradesiyle bu gerçeğe sıkı sıkı sarılabilsinler“ (orada No. 3). “Aksi taktirde bu cemaatlerin haklarını suistimal ettiklerine hükmedilir. Din özgürlüğü aynı zamanda cemaatlere kendi meşreplerine has farklılıkları ortaya koymak ve bu farklılığı içinde yaşadığı toplumla paylaşmak, kendi cemaatini bu farklılıklarla methetmek hakkını da verir” (orada No. 4).
Kişiye olan saygı
Kişiye olan saygı günümüz dünyasındaki misyoner çalışmalarının bir karekteri olmalıdır (karş. Paulus VI. Enzüklika Ecclesiam Suam, 6. Ağustos 1964: AAS 56 (1996) 642-643; Havarisel bildiri Evangelii Nuntiandi, 8. Aralık 1975, No. 79-80: II. Yuhanna Paulus, Enzüklika Redemptoris Hominis, 4 Mart 1979, No. 12). “Kilisenin ödevini yerine getirirken geçmesi gereken ilk yol insandır” (Orada No. 14). Kilisenin ustası olan Mesih’ten öğrendiği bu değerler, Hristiyanları ,başkalarının kültürlerinde ve dinsel çabalarında gördükleri iyilikleri sevmeye ve saygı göstermeye götürmelidir. “Bu özellikle istediği yerde esen Kutsal Ruh’un etkilerine olan saygı ile ilgilidir (Orada No. 12; karş. Paulus VI., Havarisel bildiri Evangelii Nuntiandi, 8. Aralık 1975, No. 79). Hristiyan misyonu asla ötekine karşi sevgi ve saygıdan ayrı tutulamaz, bu da biz Hristiyanlar için misyonerlikte diyaloğun öänemini göstermektedir.
II. Diyalog
A) Temeller
Diyalog, bir anlık menfaatlar için yapılan davranışlardan değil, deneyimden, düşünceden ve hatta zorluklar aracılığıyla derinleştirilen mantıksal sebeplerden doğar.
Kişisel ve sosyal meydan okumalar
Kilise insana sadık kalabilmek için diyaloğa açıktır. Her insanda ve her insan grubunda ister başkalarından birşey alma gereksiniminden olsun, isterse onlarla paylaşacağı değerlere sahip olma bilincinden olsun, sorumlu bir kişi gibi görülme ve öyle davranma ihtiyacı ve isteği yaşar. o gerçeğe tamamen sahip olmadığının farkına varır ve diğerleriyle birlikte ona doğru ilerleyebileceğini anlar. Karşılıklı olarak kontrol, birinin öteki tarafından düzeltilmesi, daha büyük olgunluk için kardeşçe ihsanların değişimi, kişilerarasındaki cemaatin büyümesi içindir. Bu karşılıklı değişimden dinsel deneyimler ve düşünceler arındırılır ve zenginleştirilebilir.
İnsan ilişkilerindeki bu dinamiklik biz Hristiyanları diğer inaçlıların arabulucuk edebileceklerine kulak vermeye ve anlamaya zorlar ki Tanrı tarafından hediye edilen ihsanları bizler için faydalı kılabilelim.
Sosyo-kültürel değişimlerden doğan önlenemez gerginlikler ve zorluklar, insan yaşamının her alanında artan karşılıklı ihtiyaç ve insanın geliştirilmesi ki; barış için, gerekli olan diyaloğa daveti bugün daha fazla gerekli kılmaktadır.
Baba olan Allah’a iman
Kilise herşeyden önce imanından dolayı kendisini diyaloğa zorunlu kılar. Teslis sırrında vahiy bizleri cemaat içinde ve mübadele içinde olan bir bir yaşamı alğılamamızı sağlar. Baba olan Allah’ta, ne mekanda, ne de zamanda sınır tanımayan bir sevgi izleriz. Bütün dünya ve tarik Onun ihsanlarıyla doludur. Her gerçek ve her olay Onun sevgisi aracılığıyladır. Arasıra kötülük kendini şidetli dbir şekilde gösterse dahi, her insanın ve her toplumun kaderinde doğrultan ve kurtaran lütfun kuvveti mevcuttur.
Kilisenin görevi, Babanın yaradılışta ve tarihte sakladığı; yalnızca Allah’ın yüceliği için ayinde kutlayarak değil, aynı zamanda Baba’nın ihsanlarını insanlar arasında daha fazla tanıtmak için bütün zenginlikleri bulmak, açığa çıkarmak ve yaymaktır.
Mesih her insana bağlıdır
Tanrı olan Oğul da bize bütün zamanlardan önce bulunan ve mevcut olan kelam ve bilgelik hediye edilmiştir. Mesih her insanı aydınlatan kelamdır, çünkü O’nda Tanrı’nın ve insanın gizemi vahiy edilmiştir (karş. Yuhanna Paulus II. Enzüklika Redemptoris Hominis, 4 Mart 1979, No. 8.10-11.13). O’nun bizi sevdiği gibi, birbirimizi sevmemiz için bizi kendi bencilliğimizden bağımsız kilmak için, kendi lütfuyla her insani karşılaşmada yanımızda olan Kurtarıcıdır.
Yuhanna Paulus II şöyle yazar: “İnsan – öyleki istsnasız her insan – Mesih tarafından kurtarılmıştır. Mesih istisnasız her insanla herhangi bir şekilde bağlantı halindedir, insan bunun farkında olmasa bile:Ölen ve ölümden dirilen Mesih insana – her bir kişiye ve hepsine birlikte – daima kendi Ruhu aracılığıyla ışık ve güç hediye eder, öyle ki insan en yüksek çağrısına layık olabilsin diye” (orda No. 13).
Kutsal Ruh’un etkinliği
Tanrı olan Kutsal Ruh’ta, iman, bize yaşama gücü, hareket kuvveti, ve devamlı yenilenme imkanı (II. Vatikan Konsili Kilise hakkında dogmatik bildiri Lumen Gentium, No. 4) tanımamızı sağlar, o bilincimizin derinliklerinde etkindir ve yüreğimizin hakikate olan yoluna gizlice refakatte bulunur (II. Vatikan Konsili dünyada bulunan bugünkü Kilise hakkında ki pastoral bildiri Gaudium et Spes, No. 22). Bu Ruh “mistik bedenin görünen sınırları dışında” da etkilidir (Yuhanna Paulus II, Enzüklika Redemptoris Hominis, 4 Mart 1979, No. 6; karş. II. Vatikan Konsili Kilise hakkında dogmatik bildiri Lumen Gentium, No. 16; II. Vatitan Konsili dünyada bulunan bugünkü Kilise hakkında ki pastoral bildiri Gaudium et Spes, No. 22; Kilisenin misyonerliği hakkındaki ferman Ad Gentes, No. 15). Ruh Kilisenin yolunu önceden çözümler ve ona refakat eder. Aynı zamanda Kilise tabii ki görevlendirildiğinin bilincindedir, O’nun mevcudiyetinin işaretlerini tanımaya ve Kiliseyi nereye götürürse götürsün O’nu takip etmeye, nihayet O’na mütevazi ve saygılı bir yardımcı olarak hizmete hazırdır.
Göklerin Egemenliğinin gerçekleştirilmesi
Göklerin Egemenliği her insanın son hedefidir. Kilise onun “tomurcuğu ve başlangıcı” (II. Vatikan Konsili Kilise hakkında dogmatik bildiri Lumen Gentium, No. 5.9) olarak, Kilise birinci olarak bu Egemenliğe doğru ilerlemeye ve bütün insanlığı bu yöne doğru yöneltmeye çaba göstermektedir. Kilise bu gerekli göreve kendisinden başlayarak ve haçın gizemine de sarılarak, kötüye ve günaha karşı savaş ve onlara karşı zaferi de dahil eder. Bütün erkek ve kız kardeşler Tanrı’da tam bir birlikteliğe kavuşana kadar, Kilise Göklerin Egemenliğine hazırlar. Mesih Kilise ve dünya için şu garantinn anlamıdır: Sonçağ halıhazırda başlamıştır; tarihin sonu hazırda belirlenmiştir (karş. orda No. 48); buyüzden Kilise kendini bütün herşeyin tamamlanması için çalışmaya çağrılmış ve yetkili kılınmıştır.
“Söz’ün tohum çekirdekleri”
Bu bakış açısını II. Vatikan Konsilinde Ataları hristiyan olmayan dinsel geleneklerde “gerçek ve iyi şeylerin” (II. Vatikan Konsili, Papaz öğretimi hakkında ferman Optatam Totius, No. 16) “insaniyetin ve dinlerin değerli unsurlarının” (II. Vatitan Konsili dünyada bulunan bugünkü Kilise hakkında ki pastoral bildiri Gaudium et Spes, No. 92), “Söz’ün içeriğinin yani tohumlarının” (Kilisenin misyonerliği hakkındaki ferman Ad Gentes, No. 11.15), “bütün insanları aydınlatan gerçek ışığın” beyan edilmesine vesile olmuşlardır.(II. Vatikan Konsili Kilisenin hristiyan olmayan dinlere olan ilişkisiyle ilgili açıklama Nostra Aetate, No 2) görmelerine sebep olmuştur. Konsilin kati direktiflerine göre, bu değerler insanlığın zengin geleneklerinde yoğun bir şekilde bulunmaktadır. Bu yüzden diyalogda, sadece müşterek konularda değil,aynı zamanda bize ters düşen konularda da dikkat ve saygıyı hak etmektedirler (karş. orda No. 2.3; Kilisenin misyonerliği hakkındaki ferman Ad Gentes, No. 11), yalnızca herhangi bir şekilde birlikte paylaştığımız unsurları değil aynı zamanda temel olanlarıda içerir.
Samimi ve sabırlı ikili sohbet
II. Vatikan Konsili belirli görevlere işaret etmek için aşağıdaki beyanı bildirmek istemiştir:
“Mesih’in bu tanıklığını verimli olarak verebilmek için, onlar (Hristiyanlar) bu insanlara saygı ve sevgi ile bağlanmalıdırlar. Onları içinde yaşadıkları insan grubunun bir üyesi olarak görmeli; insan yaşantısının çeşitli bağlantıları ve iş ilişkileri aracılığıyla, kültürel ve sosyal olaylara iştirak etmelidirler. Onların ulusal ve dini geleneklerini öğrenmelidirler; sevinç ve saygıyla içlerinde saklı olan Söz’ün tohum çekirdeklerini aramalıdırlar ... Mesih’in kendisi gibi ... O’nun öğrencileride tamamiyle Mesih’in Ruh’uyla dolu olarak aralarında yaşadıkları ve dolaştıkları insanları tanımalıdırlar. Samimi ve sabırlı ikili sohbet aracılığıyla cömert olan Tanrı’nın uluslara nasıl zenginlikleri paylaştırdığını öğrenebilsinler. Aynı zamanda bu zenginlikleri İncil’in ışı aracılığıyla, aydınlatmaya açığa çıkartmaya ve Kurtarıcının, Tanrı’nın Egemenliğine geçirmeye çalışmalıdırlar (orda, No. 11; karş. orda No. 41; Laiklerin görevleri hakkında ferman Apostolicam Actuositatem, No. 14.29 vs.).
B) Diyalog şekilleri
Bir sürü şekil
Geçtiğimiz yıllardaki deneyimler diyaloğun çok çeşitli şekiller de yapılabileceği göstermiştir. Burada gösterilen başlıca ve tipik şekiller tekbaşlarına veya diğerleriyle birlikte uygulanabilir.
Yaşam diyaloğu
Diyalog daha çok davranış belirleyici bir hareket tarzı, tutum ve ruhtur. Buna dikkat, saygı ve başkalarına karşı açıklık, diğerinin kendi kişiliği için, onun ifade biçimleri için bir mekan ve değerleri dahildir. Böyle bir diyalog bütün Hristiyan misyonu ve onun jher bir bölümü için gerekli bir tarz ve kuraldır, ister sade bir mevcudiyet ve tanıklık vermek için olsun veya hizmet önerileri için veya direk vaaz için olsun (Yuhanna Paulus II., Codex Iuris Canonici, 25 Ocak 1983, par. 787, § 1). Diyalog ruhuyla dolu olmayan bir misyon gerçek insanlığın şartalarına karşı gelecektir ve İncil’in öğretilerine karşı çıkacaktır.
Günlük yaşam diyaloğu
Mesih’in her öğrencisi insan ve ruh olarak çağrısının kuvvetiyle ve ruhla ister çoğul toplumda isterse diyasporada olsun, güncel yaşamında samimi diyalog içinde yaşamaya çağrılmıştır. O İncil’in ruhuyla yaşadığı ve çalıştığı her ortamı etkilemelidir:ailevi, sosyal, eğitimsel, sanatsal, ekonomik, politika vs. ortamı. Bu şekilde diyalog Kilise gönderisinin büyük dinamikliğinie katılır.
Eylem Diyaloğu
Diğer bir alanda diyalog, insanların özgürlüğünü ve gelişmesini amaç alan sosyal, ekonomik ve politik karaktere sahip insanlık hedeflerine ulaşmak için ortak çalışmadır. Bu genellikle mahalli, ulusal veya uluslararası organisationlarda, Hristiyan ve diğer dinlere bağlı olanların birlikte dünya sorunlarıyla uğraşmalarıdır.
Ortak çalışma mekanları
Ortak çalışma alanları çok geniş olarak görülebilir. Özellikle Müslümanları kastederek II. Vatikan Konsili “geçmişi geride bırakıp ... ve sosyal adaletin korunması ve desteklenmesi, ahlâki değerlerin ve nihayet barışın ve insan özgürlüğünün savunulmasını”, telkin etmektedir (II. Vatikan Konsili Kilisenin hristiyan olmayan dinlere olan ilişkisiyle ilgili açıklama Nostra Aetate, No 3; karş. Kilisenin misyonerliği hakkındaki ferman Ad Gentes, No. 11.12.15.21 vs.). Aynı şekilde Paulus VI. Ecclesiam Suam’da (Paulus VI. Enzüklika Ecclesiam Suam, 6 Ağustos 1964: AAS 56 (1994) 655) ve Juhanna Pavlus II. Müslüman liderlerle ve diğer din liderleriyle karşılaştığı bir sürü mekanda bu konulardan bahsetmişlerdir. İnsanlığı sıkıştıran büyük sorunlar,Hristiyanları ve diğer dinlere mesup olanları, iman kuvvetleri gereği birlikte çalışmaya çağırmaktadır.
Uzmanların Diyaloğu
Bu ister kendi dinsel vasiyetini açıklamak, derinleştirmek ve zenginleştirmek için olsun, isterse insanlık tarihinin akışında ortaya çıkan sorunları çözmek için kendi gücünü kullanmak olsun, uzmanların kendi aralarında ki diyaloğa özel bir ilgi vardır.
Normalde bu tür diyaloglarda muhattap olunan kişi bir felsefi görüşünün olması veya bir dine bağlı olması nedenıyle, onu eyleme iten yerlerde meydana çıkar. Farklı geleneklerin ve ideolojilerin birlikte yaşadığı ve belirli fırsatlarda bir araya geldiği çoğulcu toplumlarda bu tür diyaloglar daha kolaydır.
Karşılıklı anlama
Bu tartışmalarda katılımcı kişiler karşılıklı olarak birbirlerinin ruhsal değerlerini ve kültürel ölçülerini tanır ve saygı gösterirler ve insanlar arasında birlikteliği ve kardeşliği desteklerler. Bu bir Hristiyan için aynı zamanda İncil’in isteğine göre kültürün değişmesine çalışmaktır (Paulus VI. Havarisel bildiri Evangelii Nuntiandi, 8. Aralık 1975, No. 18-20.63).
Dinsel deneyim diyaloğu
Kendi geleneklerinde köksalmış insanlar derin bir mertebede dua, istiğrak, iman ve eylemler hakkinda hakikati arama yolları ve çabalarının bir işareti olarak birbirleriyle deneyimlerini paylaşabilirler. Bu şekildeki diyalog insanlığın en yüksek ruhsal değerlerini ve ideallerini korumada karşılıklı bir zenginlik ve verimli bir çalışma doğurur. Doğal bir şekilde karşılıklı olarak inanç sebeplerini anlatmayı irdeler ve zorluklar karşısıda duraklamaz, daha çok mütevazi bir şekilde “yüreğimizden daha büyük olan” (1 Yuhanna 3,20) Tanrı’ya güvenmemizi sağlar. Hristiyan bu şekilde başkalarına varoluşçu birşekilde İncil’in değerlerini anlayabilme imkanı sunabilir.
III. Diyalog ve Misyon
Diyalog ve Misyon arasındaki ilişki
Misyon ve diyalog arasındaki ilişki çok çeşitlidir. Biz burada ortaya çıkan ve bir tutum talep eden sorunlar ve meydan okumalar için daha önemli olan bazı yönleri burada açıklamak istiyoruz. Onlar
A) Misyon ve din değiştirme
Değişime çağrı
II. Vatikan Konsili için misyonerce vaazın hedefi değişimdir: “Ancak bu şekilde Hristiyan olmayanlar inanarak, Kutsal Ruh’un onlara açtığı bir yürekle Rabbe dönecekler ve samimi bir şekilde ona taraf olacaklardır...” (II. Vatikan Konsili, Kilisenin misyonerliği hakkındaki ferman Ad Gentes, No. 13; Yuhanna Paulus II. Codex Iuris Canonici, 25 Ocak 1983, par. 787, § 2). Farklı imanlara bağlı insanlar arasındaki diyalogdan bahsederken din değiştirmeyle ilgili ruhsal yoldan bahsetmemek mümkün değildir. Kutsal Kitap’ın ve Hristiyanlığın kullandığı dilde din değiştirme alçak gönüllü ve tövbekâr yüreğin Tanrı’ya kendi bütün içtenlikle yaşamını sunmakla mümkündür (II. Vatikan Konsili, Kilisenin misyonerliği hakkındaki ferman Ad Gentes, No. 13). Herkes sürekli olarak bu değişime çağrılmıştır. Bu süreç içerisinde bir önceki ruhal veya dinsel geleneği arkada bırakıp yeni bir dine yönelmekte mümkündür. Mesela bu şekilde kalbin kendini sınırlı bir sevgiden sınırsız evrensel bir sevgiye açması mümkündür. Tanrı’nın her gerçek çağrısı insanın kendi sınırlarını aşmasını doğurur. Paskalya gizemi dinamikliğinin de gösterdiği gibi ölümsüz bir yaşam mümkün değildir. (II. Vatikan Konsili, Kilisenin misyonerliği hakkındaki ferman Ad Gentes, No. 22). Bunun haricinde değişim “lütfun etkisidir. Onun sayesinde insan tamamiyle kendi kendini bulmalıdır” (Yuhanna Paulus II. Redemptoris Hominis, 4 Mart 1979, No. 12).
Vicdana saygı
Bu değişim sürecinde en yüksek kural olan vicdanın önceliği vardır, çünkü hiç kimse “vicdanına karşı hareket etmeye zorlanmaz. Özellikle dinsel konularda vicdanına göre hareket etmesi hiç bir şekilde engellenmemelidir (II. Vatikan Konsili, Din özgürlüğü hakkında ki açıklama Dignitatis Humanae No 3).
Dirilten Ruh
Hristiyanlığa göre değişimin ajanı insal değil Kutsal Ruh’tur. “Çünkü O her insanı İncil’i vaaz etmeye itendir ve yine O bilincin en derinliğinde Kurtuluş mesajını anlamayı ve kabul etmeyi sağlayandır (Paulus VI., Havarisel bildiri Evangelii Nuntiandi, 8. Aralık 1975, No. 75). O kalbin hareketlerini yönetir ve Rab olan İsa’ya imanın doğmasını sağlar (karş. 1 Korinliler 2,4). Hristiyan yalnızca Tanrı’nın işcisi ve aletidir (karş. 1 Korinltler 3,9).
Karşılıklı değişime olan istek
Normalde Hristiyanın kalbi Diyalog esnasında da Mesih ile yaptığı deneyimi diğer dinden olan kardeşlerle paylaşma isteğiyle doludur (karş. Paulus VI. Enzüklika Ecclesiam Suam, 6. Ağustos 1964: AAS 56 (1996) 646-647). Aynı şekilde diğer dinden olanın buna yakın bir şey hissetmesi doğal olarak gözükmektedir.
B) Egemenliğin kurulması için Diyalog
Tanrısal planın gerçekleşmesi için çalışmak
Tanrı Ruh aracılığıyla insanları kendisiyle barıştırmaktadır. Kilise, Ruh’un onu tarih sürecinde tüm gerçeğe yönlendireceğine dair Mesih’in verdiği vaade güvenmektedir (karş. Yuhanna 16,13). Bu yüzden Kilise insanların, halkın ve onların kültürlerinin ve her insan toplumunun içinde iyilik tohumu ve hakikat bulunduğu ve Tanrı’nın her halk için bir sevgi planı olduğu bilinciyle hareket eder (karş. 17,26-27). Böylece Kilise bu planın gerçekleşmesi için herkesle ortak çalışır ve bu sayede çok çeşitli ve sınırsız olan Tanrı bilgeliğinin bütün zenginliğini genişletir, aynı zamanda kültürlerin incilden etkilenmesini (“Evangelisierung”) sağlar. (karş. Paulus VI., Havarisel bildiri Evangelii Nuntiandi, 8. Aralık 1975, No. 18-20).
Evrensel barışın desteklenmesi
„Bizler o zaman Tanrıyı kabul eden ve kendi geleneklerinde dinin değerli unsurlarını ve insanlığı barındıran ve açık bir diyaloğun hepimize Ruh’un telkinlerini sadık bir şekilde kabul ettireceğine ve sebatla dolduracağına inanan herkese yöneliyoruz.
Gerçeğe olan sevgi ve ölçülü mesafe de bir gizlilikle yapılması arzu edilen bir diyalog, ne insanlığın yüksek değerlerini koruyan, ama onların kaynağını daha kabul etmeyen, ne de Kiliseye karşı gelen ve fonları farklı biçimlerde takip eden hiç kimseyi dışlamaz.
Çünkü Tanrı herkesin kaynağı ve hedefidir, bu yüzden hepimiz kardeş olmaya çağrılmışızdır. Bu yüzden hepimiz aynı insani ve tanrısal çağrıyla şiddetsiz ve artniyetsiz gerçekten barışçı bir dünyanın kurulması için çalışmalıyız (2. Vatikan Konsili, Dünya içindeki bugünkü Kilise hakkında ki Pastoral bildiri Gaudium et Spes No. 92).
Umudun kaynağı olarak Diyalog
Böylece diyalog umudun kaynağı ve cemaatin karşılıklı değişimi için bir alet olacaktır. Ama günahkar Tanrı çocuklarının dağılması bitip, birlik tekrar oluşana kadar Kutsal Ruh her bireyin ve bütün insanlığın tarihinde Tanrı planının gerçekleşmesi sağlar (Karş. Yuhanna 11,52).
Tanrının sabrı
Yalnız Tanrı zamanları bilir, O’nun için hiçbirşey imkansız değildir, O’nun sır dolu ve sessiz olan Ruhu ırksal, sosyal ve dinsel farklılıkları aşmak ve karşılıklı olarak birbirlerini zenginleştirmeleri için bireylere ve halka diyaloğun yollarını açar. O halde bizler Tanrının sabır zamanında yaşamaktayız ve bu zamanda Kilise ve her Hristiyan cemaati etkilidir, çünkü hiçkimse Tanrı yı onun aldığı karara karşı daha hızlı hareket etmeye zorlayamaz.
Üçüncü binyılın yeni insanlığı karşısında Kilise açık bir Hristiyanlıkla parlamak istemektedir, göz yaşlarıyla ve güven dolu bir şekilde saçılmış tohum filizleninceye kadar, sabırla beklemeye hazır olarak.(karş. Yakup 5,7-8; Markus 4,26-30).
SON
* (Papalık Hristiyan olmayanlar sekreteryası metni: Diyalog ve Misyon. Kilisenin diğer dinlerin mensuplarına karşı tutumu hakkında düşünce ve talimatları, 10. Haziran 1984: AAS 76 (1984) 816-828.
Alındığı kaynak: CIBEDO e.V.: Di offizielle Dokumente der katholischen Kirche zum Dialog mit dem Islam (Regensbur: Pustet 2009), S. 279-293. Metnin başlangıc açıklamaları burada yayınlanmamıştır.)
Müslüman bir bakış*
Islam ve Diyalog
Bizler bütün birliklerin parçalandığı, atomun bölündüğü bir yüzyılda yaşamaktayız.Kültürlerin çoğu bugün kabul edilen, değiştirilemeyecek bir gelişme gerçeğidir.[...] Islamiyet de diğer dünyaya bakış açıları (felsefelerde) gibi, eğer bu seferde tamamen ve geri getirilmeksizin yargılanma riskini üstüne almazsa, bu gelişmenin dışında kalamaz.[...]
1. Vahiy ve Diyalog
[...] Vahiy, Peygamberden ve Müslümandan, genel olarak müslüman olmayanlarla diyaologa girmelerini talep eder, ama özellikle kitap dinlerine bağlı imanlılarla diyaloğa girmelerini vurgular. Şunu belirtmek isteriz ki, Misyon şartı – bunu kasteder ve bunu gözönünden çıkartmamak gerekir – tamamiyle diğer insanlara ve mezheplere olan saygıyla bağdaşmaktadır. Nihayet kimin Tanrı’nın seçtiklerine dahil olduğunu belirtmek O’nun işidir: Rab kimin doğru yolda yürüdüğünü herkesten daha iyi bilir.
2. Diyalog Engelleri
Geçmişin zor mirası
Birileri benim aksime şunu diyecektir: Neden tarih gerçekte olduğu gibi süre gelmiştir? Neben bu geçmişin ağır yükü, entrika şebekesi, düzenbazlık, hakaret ve aşağılamalar? Neden tartışmalarda şiddetle karşılık verme şekli uysallıkla karşılık vermeden önce seçilmiştir? İnsan yaşamında hiç bir şey kolay değildir, bizlerde geçmişin acı mirasını anlamalıyız ki, onu daha iyi bir şekilde atlatabilelim. Çünkü bir sürü kişinin gözünde Islam bir diyalog dini değil, ancak şiddettir. O halde kısa bir düzeltme çok önemlidir.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir, bazı ülkelerin kapıları şiddetle aralanmış olsa bile İslamiyet hiç bir yerde ve zamanda zorla kabul ettirilmemiştir. İslam’ın dünyaya yayıldığı zamandakı durumu doğru bir şekilde anlamaya çalışalım. O zamanın iki dev gücü Bizanz ve Fars diğer milletleri kendi egemenlikleri altına almak için savaşıyordu. Hiç kimse şiddetle yayılmaya karşı değildi. Kişi ya kaçandı ya da kovalayan. Ve tarih bize bütün savaşların “adil” olduğunu veya en azından adilleştirilebileceklerini gösteririyor. Savaşçi bir ruh – ne yazık ki bugünde bu böyledir – sahip olan kişiyi saygınlaştırır. Bununla ilgili olarak bugün dahi övülen ve halkların mutluluğu için özgürlük yolunu kesen duvarları yıkan devrimcilik yolu zikredilebilir.
Zaman ve mekanda vahiy edilen, tarihe yazılan, insanlar tarafından nakledilen, tesadüf kanunlarına mahkum, istese de istemese de. İşte bu nedenle İslam o zamana ayak uydurmak zorundaydı. O zamanın akışına kapılmıştı ve başka bir seçeneği de yoktu. Yalnız bir Kuran ayeti – bu sabit bir gerçektir – savaşa çağırmamaktadır ve Allah yolunda ölenlere Şehitpalmiyesi ve cennet sözü vaadetmektedir. Ama bu savaş her zaman en kötü durum ve en son yol olarak önerilmektedir. Haklı olabilmesi için çeşitli fiziksel ve ahlâksal şartlara bağlı kılınmaktadır. Şunu büyük bir kararlılıkla belirtmek gerekir ki, bütün savaş ilan eden ayetler, mühim olan bir zaman değerine ve özel durumlara bağlıdırlar. Umud edelim ki bunlar bugün geride kalmıştır! Onlar sürekli ve asıl olan mesajın ruhunu belirtmezler. Bizim saydığımız gibi, saygılı ve kahramanca diğerlerine sunulan bir mesaj. İste bu sürekli ve asıl olan ruhu bugün tekrar bulmamız gerekir ki, geçmişte olduğu gibi bugün de diyalog yolunu tıkıyabilecek bütün yanlış anlaşılmalardan temizleyebilelim. Ama bu zamanda ortaya çıkan başka zorluklar da var.
Şimdiki zaman poblemleri
Aslında geçmiş zamanın hipotekleri aşıldığında bütün problemler çözülmemiştir. Bütün iyi niyetlere rağmen başka zorluklar kalmaktadır.
Ben ilkönce en büyük problemi belirtmek istiyorum: Diyalog partnerleri arasında bulunan derin farklılıklar. Mesela akademik eğitimle ilgili dengesizlikler. Şüphesiz bu zorluk kısa bir sürede aşılamaz. Çünkü düşünce alışverişi için en iyi davranış biçimi ve samimi hazırlık olsabile, ehliyet sahibi diyalog partnerlerini istenilen gibi çabucak bulmak mümkün değildir. Bütün bugünkü İslam’ın fakirleşmiş ve az gelişmiş konumda olduğunu belirtmek pek bir bilgelik olarak gözükmese de, bu durum yalnız maddi fakirliği kastetmez, ama herhalde daha çok entellektüel anlamda az gelişmişliktir. Bir kaç mükemmel bilim adamıni sayabilmek bu genel durumu değiştirmez: istisnalar kaideyi bozmaz. Corneille’nin de dediği gibi, diyalog yalnızca kumda yolunu şaşırmak tehlikesi nedeniyle değil, basit olarak “diyalog ehliyetsizliği” yüzünden hiç başlamaz. Diğer zorluklardan daha fazla olarak bu gerçek, güvensizliği, çekingenliği, şüpheyi ve nihayet her zaman Hristiyan partnerlerin başlattığı bir sürü insiyatif lerin, bu zamanki verimsiz ilişkilerini açıklar. [...]
İlahiyat alanındaki farklı gelişmeler de büyük bir sorun teşkil etmektedir. Hristiyan ilahiyatçıları farklı ideolojilerle karşılaşmaktan yarar sağladılar. En tehlikelileri ise sonuçta ağır karşı çıkışlar ve kritik kreatif bir gerilim içinde bulunan istifadeliler(faydalılar) oluşturmuştur. Bu şekilde kendi değerlerini derinleştirebilmiş, cevaplar oluşturmuş, bazen de az veya çok sancılı denemelere niyetlenmiş ve bunun aracılığıyla kendi dinamikliğiyle bağdaşabilen olağanüstü zenginlikleri içine sindirmiştir. Hristiyan düşüncesi sürekli olarak dinamikleştirebilmiştir. Kendi zamanındaki tinsel akımları işlemiş ve onlarla hergün büyümektedir, ama kendi geleneklerine olan özde bağlılığını hem artırmış hem de geliştirmiştir. 19. yüzyıldan beri olan bu ağırlıklı çalışmalar en son konsili doğurmuştur. Tabii ki bu dramasız, acısız ve krizsiz olmamıştır. Ama Kilise genel anlamda ileriye gitmiştir, daha iyi hazırlanmıştır ve diyaloğa hazırdır. [...]
Kilise tarihinde eşi bulunmayan bu çabalamalara İslam nasıl bakmaktadır? O bize pratik olarak gelişimi 12. yüzyılda durmuş, bir theoloji sunmaktadır. Müslüman ilahiyatçılar yavaş yavaş dış dünyayla olan ilişkilerini kaybetmişlerdir. Yüzyıllarca hiçbir sorun yoktu. İslam theolojisi ne meydan okumaya ne de Allah’ın dünyasındaki gizemini cesaret etmeye zorlamamıştır. Elbetteki 19. yüzyılın rönesansı (nahda) vardır. O bazı iyilikleri de doğurmuştur. Buna rağmen İslam’ı tekrar tam tarihin gelişmişliğine getirmek mümkün olmamıştır ve geldiğimiz yol önümüzde olan gidilecek mesafeye nazaran önemsiz gözükebilir. [...]
Eğer bu zorlukları, önyargıları ve şüpheleri aşmak istiyorsak, açık ve sabırla herşeyi ortaya yatırıp gözden geçirmek gerekir. O halde bir tarafta büyüklük kompleksleri ve öbür yanda aşağılık kompleksleri oldukça başarı vaad eden bir diyalog olamaz.
3. İslam kendi zorluklarını aşmalı
Bütün şüpheleri ortadan kaldırmak için ilk olarak şunu söylemek gerekir, eğer şuan Hristiyanlar ve Müslümanlar diyalog için eşitsiz hazırlanmış olsalar bile, İslam’ın, Hristiyanlığa nazaran hiç bir komplexe kapılmasına gerek yoktur.[...]
Coğrafi sınırlar bugün şeffaftır: Onlar ne insani kontakları, ne örnek almadan doğan bulaşmayı, ne kitabı, ne de filmi, ne de daha az olarak,radyo veya telvizyon frekanslarını tıkayabilirler. İzolasyon daha çok inkılapçı bir dünyanın beyin kuruntusudur ve karşı çıkışlara teslim olmuştur. Göründüğü kadarıyla insanlığın yeni bir ergenlik çağı krizinden geçmesi gerekmektedir. Bu tartışmalardan kaçmanın herhangi bir yolu yoktur. Ders yapısının demokratikleşterilmesi, okula gitme olanakları ve üniversiteye giriş, yaşam standardının yükselmesi, genel bilginin artması ve doğurduğu talepler: Bütün bunlar, bugüne kadar böyle şeylerle ilişkileri olmayan, ve onlara karşı bağışıklığı olan müslümanlar için vahim olabilir. Dinler artık sosyal bir zorunluluk değildir ve daha çok bilinçli bir kişisel yüklenmeye ihtiyaç duyarlar. Eğer yaşanılan İslam ona bağlı olanların ruhaniyetini bütün diğer ruhsal akımlarla diyaloklarını yenilemeyi başaramazsa ve kendi tanıklığıyla uyuşabilen bütün değerleri geçmişte olduğu gibi uyuşturmayı denemezse, o zaman kesin olarak bu dünyada olan misyonunu bozguna uğrama tehlikesine sokar.
İslamsızlaşma üniversitelerde, genel olarak gençlerin arasında ve toplumda iyi durumda olan sosyal sınıflarda kendini göstermektedir, onlar için İslam en iyi ihtimalle sevgiyle saygı duyulan kültürel bir mirastır. En son olarak imanlılar ve imansızlar arasındaki diyalog açılımı, dengesizlikler ve eşitsizlikler olsa bile, daha da artan sınırsız bir dünya da kendi sınırlarını sabitlemiş ve betonlaşmış bir dünyadan daha tehlikeli değildir.[...]
4. Diyaloğun şartları
Bizler diyaloğun mümkün olduğunun, ama rahat olmadığının bilincindeyiz. Bu yüzden en yüksek şansı ve başarıyı sağlayabilecek şartları net bir şekilde ortaya koymalıyız, böylece herkes için aynı yararlı ve devamlı avantajlar sağlanmış olsun. [...] aşağıdaki iki davranış biçiminden sakınmak gerekir:Yalnış anlaşılma, sinirlenme ve hayata küskünlük doğurabilecek davranış biçimi; tartışma ruhu, uzlaşma ve lütufkar ruh.
Münakaşayı engellemek
Münakaşa ruhu Ortaçağda tahmin edilemeyecek kadar maddi, entellektüel ve ahlâksal olarak hesap edilemeyecek derecede zarar vermiştir, çünkü o bozuntu ve tahrifle bilgisizliğe hizmet etmiş ve doğruluk adı altında yalanı yaymıştır. [...]
Çok doğru bir şekilde W. Montgomery şöyle yazmaktadır: “Eğer bir Hristiyan ile bir Müslüman yalnız birbirlerine karşı nedenler aramak isterlerse, zahmetsiz bir çok bulacaklardır, ama bu diyaloğa götürmez” (Islamic Revelation in the Modern World, Edinburg 1969, 5. 121). O halde münakaşayı kıvılcımlandığında söndürmeye özen göstermeliyiz. Onların ruha karşı işledikleri tahribatları ve suçları tekrarlamalarından arındırmanın en iyi yolu, diyaloğun açık veya gizli hedefi olan ötekinin din değiştirmesi amacından vazgeçmesiyle mümkündür. Eğer diyalog proselitizmin (Proselytismus) başka yeni bir şekli olarak düşünülüyorsa, bir araç olarak başkalarının inançlarını kazarak alta koymak ve onun çöküşünü veya onun teslimini elde etmek istiyorsa, er veya geç kendini Ortaçağda ki durumda bulur. Yalnızca strateji kendini değiştirmiştir. [...]
Sınırlar değişmiştir
[...] Hiç bir fark olmadan bütün imanlılar dünyanın Ortaçağdan beri değiştiğinin [...] farkına varmalıdırlar. Sınırlar artık daha önceki gibi değidir. Artık Tanrı tasvirleri veya O’na ibadet etme şekilleri farklı değildir. İnsanların kaderlerini Tanrı olmadan çizmek isteyenlerle, yalnızca Tanrı ile ve Tanrı aracılığıyla hayel edenler arasında ve bütün dinleri hiçbir ayırım yapmaksızın efsane diye çöpe atanlar ve hala araştırılmamış, sınırsız hakikate inananlar arasında bundan çok daha büyük bir uçurum oluşmuştur;
Münakaşayla insan dönüşmez
Din değiştirmeler, aynı gelişimde olan büyük dinlerde bugün artık proselütizim ve münakaşayla sağlanmaz.Ne “Tourment de Dieu” kitabının Hristiyanlıktan Yahudiliğe geçen yazarı Carlo Cocioli’nin, ne diğer yönde din değiştiren ve daha sonra Auswitz’de Yahudi olarak yakılan Edith Stein, ne de “İslam’ın sıcak gölgesine” sığınan Isabelle Erberhard’ın yolları bu şekilde şekillenmiştir. Onların değişimleri geçtikleri zor ve kompleks ruhsal yollar, aşırı psikolojik veriler, kişisel drama, bu değişime daha fazla derinlik kazanmıştır.
Hizmetin zorunluluğu
Eğer bir din ona bağlı olmayanları dinini deyiştirtme hedefinden vazgeçerse, bu onun kendi evrensel çağrısından vazgeçmiş olması anlamına gelmez mi? Bu kendini yadırgama ve hizmet zorunluluğunu zedelemek anlamına gelmez mi? Tam, doğru ve etkili olabilmek için, bütün ikilemleri bir yana bırakıp, sakınılabilecek ikinci tuzağı aydınlığa çıkarmanın zamanı gelmiştir: Aşırı bir lütuf ve uzlaşma. Ne bir imanlı ne de bir ateist, hiç kimse imanıyla veya düşünceleriyle hilekar olmamalıdır. Bu ilerlemenın kategorisel yasası ve hakikate ulaşmanın yanıtıdır. Gerçek ve derin bir şekilde içten yaşanılan inaçlar değiştirilemez. O halde bir aşırılıktan diğer bir aşırılığa yönelmek gerekmez, eğer gerekli içsel bir gelişim olmadıkça, gerçek olmayan, hoşnut olma çareleri aranırsa bunların doğuracağı bastırılmış bir sünkretizim ve karışıklık olur. Buna bağlı olan bizi ilgilendiren diyalog politika değildir, daha doğrusu uzlaşma sanatı değildir. Seviyesi daha yüksektir. Tam bir samimiyer ister ve başarılı olmak için her bir kişiden münakaşasız ve vazgeçilmeyen bir şekilde tamamen kendisi olmasını talep eder. Bu şekilde hizmet zorunluluğu tamamiyle tekrar bulunur ama körlük getiren polemiğin ve proselitizmin cüruflarından arınmıştır. Buşekilde bakıldığında hizmet öz olarak başkalarına karşı dikkatli bir açıklık, imanın sürekli derinleştirilmesi ve içselleştirilmesinden doğan saf tanıklığı (cihat) içine alır, bu da gerçeğin sınırsız arayışıdır. Bu tabii ki; bu sözcüğü duyduklarında geçmişte ve gelecekte olan kutsal savaşların gürültüsü kulaklarında çınlayanları şaşırtacaktır.Onlar için özellikle şunu bundan çok daha büyük bir uçurum oluşmuştur;
gerekir, cihat etümolojik olarak ve aslında savaş demek değildir, bu istediği kadar kutsal olsa bile. [...] O halde cihat başka bir şeydir. O asıl olarak ve bütün anlamlarıyla, Allah yolunda tam ve aşırı çaba harcamaktır. (fi sabil Allah), ve gelenekler, en temiz ve en dramatik, aynı zamanda en verimli biçimiyle ruhun derinliklerinde oluşan cihat al-akbarı, öne çıkarır.
Ahlâkın bütünlüğü için savaşı kazanmış insanın tanıklığı hizmetin en iyi biçimidir. Zamanımıza en uygun başarı vaad eden tanıklık aracılığıyla olan tek vazife şeklidir. O proselitizmi yok kılabilir. Aslında Allah’ın istediği kişiyi ona doğru yönelttiği Peygambere hatırlatılmadı mı? (Koran 28:26). Tek bir sözle ifade ettiğimizde, hizmete olan sorumluluğumuz tanıklık vermekten ibarettir ve döndürmek Allah’ın işidir: “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi bir ümmet yaptık” (Koran 2:143).
O halde, vicdani bir saygıyla başkalarıyla anlaşan islami bir theoloji ortaya koymak imkansız bir şey değildir. Şu açıktır ki; bu, Hristiyanlık – şehitlikle tanıklık dinidir – için diğer dinlerlerden daha az anlaşılır değildir. beraber yaşam, daha doğrusu kendi görevinden, kendi doğrularından vazgeçmeden, birlikte çalışmak, sadece imkan saylamayıp, meyvalarını da verecektir.. Bu polemik proselütizmin ve uzlaşmanın hoş tarafını sakındırsa bile, hizmete olan bağlılık tam olarak kalır. O asil ve zor olan bir şekil alır, yani, içsel cihatta ve iyilikte sağlıklı yarışma yolunu açar. Ama içselleştirilmiş cihatın egoist, mistik geri çekilmede katılaşmaması, veya kendini pasif bir şekilde sınırlaması veya yumuşamış kolay iyi bir vicdan veya hatta onun için fark etmez olmaması, aynı zamanda tanıklık, göreve hazır olma, arama içinde olması ve huzursuz kalması gerekir. Diyaloğun rölü bunun için karar belirleyici olabilir. Sağlıklı bir değişim ortamında, içinde entellektüel ve ruhsal gerilim yaratmak süretiyle diyalog iman değerlerinin daimi ve karşılıklı olarak derinleştirilmesine destek olur.
Kurtuluş yollarının çokluğu
Ama böyle bir duruş biçimi kurtuluş yollarının çokluğunu kabullenmiş olmayı önde kılar. Bu en zor sorunlardar biridir. Geçmiş burada başka yerkerden daha ağır hissedilir. Bütün mezheplerin theolojik sistemleri, bazıları buna dahil olmasa bile, aynı temel – farklı vurgulansa bile – üzerine kurulmuştur: “Kilisenin dışında kurtuluş yoktur”. Din cemaatlerinin içinde dahi sadık olanların çekirdeği, yani kurtuluşu hak edenler, sonsuz mahfoluşa mahkum edilen sapkınların dışlanmasıyla daha da küçülmektedir. Böylece seçilmişlerin dışında kalan insanların büyük bir çoğunluğunun cehennemlik olduğu kanaatine varılır.
Buna rağmen bütün dinler Allah’ın adalet, merhamet ve sevgi olduğunu idda ederler. Bu alanlarda gerçek bir theolojiksel yenilik ve radikal bir düşünüş değişimine ihtiyacımız vardır. O halde eğer diyalog parneri baştan beri ve bulunduğu konum itibariyle yalnız imanından dolayı cehennemlik sayılacaksa, nasıl açık bir atmosferde ve şüphesiz bir şekilde diyalog yapmak mümkündür?
Katolik Kilisesi tarafından İkinci Vatikan Konsilinden sonra özellile Müslümanlarla ilgili yeni bir gelişme olmuştur (bak II. Vatikan Konsili Nostra Aetate 3) [...].
Kurluluşla ilgili aynı rukta G. C. Anawati şunu belirtmektedir: “Aziz Pavlus’un talep ettiği iki imanşartı İslam’da mevcuttur ve uzun bir zamandan beri kabul edilmiştirler... Bu demektir ki, eğer bir Müslüman ile diyaloğa girmek istiyorsam, onu otomatik olarak yalnız Müslüman olduğu için cehennemlik saymakla başlamamalıyım. Bunun aksine belirli yerine getirilebilecek şartlar altında imanlı bir Müslüman olarak da kurtuluşa erişebileceği garantisini verebilirim.
Başarılı bir diyalog için bundan daha iyi bir başlangıc düşünmek mümkünmüdür?” Taşralı düşüncenin aksine böyle bir ruh duruş biçimi ortaçagdan beri mevcuttur. Bütün Sunniler tarafından İslam’ın ehli bir sözcüsü (hocat al-islam) olarak ve her taraftan saygı duyulan bir ilahiyatçı olarak kabul gören Gazali’de [1058-1111) ve onun Faysal al-Tafriqa’sın da özel şartlar altında, özellikle doğruluk ve iyi yaşam biçimi aracılığıyla Müslüman olmayanlara kurtuluş ihtimali veren bakış açısını bulmak mümkündür. Nahda’nın bir ilahiyatçısı olan Muhammad ‘Abduh (1849-1905) aynı şekilde şu Kuran ayetinin tefsirini yapmaktadır: “Şüphesiz, inananlar* (*Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (kerkes) Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya (mahşer yüzünden) uğramayacaklar, (mahşer muhasebesinden sonra) mahzun da olmayacaklardır” (Koran 2:62) [...]
Ama R. Rida ve M. ‘Abduh’un tefsir kitablarında belirtikleri gibi olan anlamın da çok tartışıldığını da belirtmemiz gerekir. [...] Muhammed ve ver her Müslüman için İslam bütün insanların çağrıldığı din olarak kabul edillir. Asıl bağlamda sure 3:85 ancak bunu ifade etmektedir ve Koran mesajının özünü nitelemektedir. Eğer birisi Muhammed’in gerçeğinden en derin bir şekilde emin ise, gururun ve kişisel sevginin farklı sosyal bakış açıları göze alındığında , kabul etmiyorsa ve sürekli olarak çakarı için yer değiştiriyorsa, bahsettiğimiz sure bu duruma vurgu yapmaktadır. Yalnız böyle davrananlar – hangi dine mensup olurlarsa olsunlar böyle kişiler – kurtuluşun kapılarını kapatırlar. [...]
O halde hem Islam hemde Hristiyanlık için ve emin bir şekilde bütün diğer dinler için de bir çok kurtuluş yolu imkanı tanıyan bir theoloji oluşturmak mümkün değildir. Bu mümkün olsa bile, çünkü adalet, merhamet ve sevgi jesti olarak bu veya şu Kilisenin çerçevesini aşarak ve bütün iyi yaşam ve iyi istekte bulunan insanları içine alan ilahi cömertliğe kimse mani olamaz. Nuhayet Tanrı özgür ve bağımsız hakim olarak kalır ve bizler onun bilgeliğine gevenerek boyun eğmeliyiz. Ama onun yerine yargılamayı muhakkak tek etmeliyiz. [...]
5. Diyaloğun kunu ve görevi
Konu
Ama birisi şöyle itiraz edecektir: Belitilen zorluklar aşıldığında ve şartlar yerine getirildiğinde hala diyaloğun bir anlamı ve konusu kalır mı?
Tabii ki! İşte diyalog hiçbir kendi çıkarları ve art niyet olmadan Allah için birlikte çalışma olduğunda tamamlanır, yani iyiliğin ve doğruluğun hizmetindedir.
Rahat, saf ve nesnel bir ortamda bütün herkesin çıarı için diyalog geliştirilebilir. Hiç bir hayale kapılmayalım: Eğer diyalog her kes için eşit bir şekilde başarılı değilse ve her partner kendi hissesini bulmuyorsa, o diyalog hasıl olmuyordemektir veya yakında kesilecektir. Eğer kendini tehdit edilmiş hissederse her cemaat var gücüyle bir entellektüel müdafaa sistemine sarılarak bir sınıra dayanacaktır bu enaz ekonomik mudafaa sistemleri gibi başarı şansına sahiptir. Nitekim zor tehlikeler karşısında izolasyonun doğuracakları düşünülmez; o vakit muhafaza hissi en güçlü olandır.
Bir güven atmosferinde fikirler daha akıcıdır ve her iki tarafta ortayakoyduklarıyla dahada zenginleşir. O halde diyaloğun erişeceği il hedef ayıran duvarları yıkmak ve dünyadaki iyiliği karşılıklı fikir alışverişiyle çoğaltmaktır. İster maddi ister manevi eğilimli olsun bütün insanların, hatta bazen yaşamımızı sorgulayan büyük sorunların çözümünü diğer çözümlerle karşılaştırmaya ve gerkirse bu çözümleri birlikte sağlamaya ilgisi vardır. İlham alınan kaynaklar farklı hatta zıt olsa bile aslında ayırd edici şeyleri bir kenara bırakarak birbirne el uzatmak o kadar zor değildir.Yaşadığımız zamanın en fark edilir özelliklerinden biri olan ve büyüyen kültür birliği, insanları hergün birazcık daha yakınlaştırmaktadır ve onları aynı seviyeye koymaktadır. Her yönden olan imânlılar ve imânsızlar sık sık kendi çıkarları için zamanımızın önemli sorunları üzerinde derin derin düşünürler ve kendi farklılıklarıyla karşılıklı olarak birbirlerini zenginleştirirler. Bu yüzden Tanrı hizmetinde birleşik ve müttefik olan imânlılar için daha önce arındırılmış bir klimada birlikte düşünerek ve beraber bir dil bulmak daha kolay olmalıdır.Hiç bir şey buna karşı değildir. Örnek olarak Kosil metni olan “Nostra Aetate” beraber düşünmemiz için şu soruları yöneltmektedir: İnsan nedir? hayatımızın anlamı ve hadefi nedir? İyilik nedir ve günah nedir? Elem nerden gelmektedir ve hangi anlamı vardır? Mutluluğun yolu nedir? Ölüm, mahşer ve ölümden sonra mukabele nedir? Ve nihayet: Yarlığımızın ifade edilmez ve o en son alan sır nedir? Nerden geliyoruz ve nereye gidiyoruz? Bu soruların herbiri bir veya birçik toplantının konsusu olabilir. Neden böyle toplantılar düzenlenip kitap dinleri ve kitapsız dinler temsilcileri davet edilmesin? Safkarın sertleşmesini engellemek için toplantıları her düşünce biçimine, ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, açık tutmak iyi olacaktır. Her kıtadan olan Tarihbilimcileri, Felsefeciler veya Fizikçiler düzenli olarak böyle toplantılar yapmaktadırlar. Neden birisi çıkıp imânlı olanları her yönden bir araya getirip, onların yönelttiği sorulara, her taraftan cevap verilmesin? Yalnız fark Kiliselerin resmi temsilcileri – ve yalnız müzevi entellektüeller değil – birbirleriyle temasa geçmeye ve birbirlerini tanımaya başlasalar dahi, böyle toplantılar çok yararlı olacaktır. Zıtlıklar dünyamızda bir dinin kendi kabuğuna çekilmesi bir morfin iğnesi gibi sakin bir ölüm sağlar. [...]
O halde mübadele ve anlaşma için gerçek olanaklar bulunmaktadır. Önemli olan onları bulmasını ve sabitleştirmeyi bilmektir. Bugünkü zorluklarla ilgili direk bağlantılı olan bir dintheolojisinin, sosyaltheolojinin kurulması ve başka formlardaki düşünce biçimleri veya eylemler, insanların kaderinin Tanrı’nın planına dahil olduğuna inanan kişilerin ve var olmanın bir hedefi olduğuna ve yalnız bu dünyayla sınırlı olmadığına inananların ortak çalışmasından yalnız kazançlı çıkılır. Buna karşın insanı herşeyin ölçü biçimi olarak görenler çıkışı olmayan kapalı bir sistem içinde bulunmaktadırlar: onlar kendilerini bir yaratılış eylemi, bilinçli, ilahi bir meyve olarak değil, bir raslantı eseri olarak görürler. Eğer diyaloğa zarar verecek bütün etkenler aşılsa bile, buna rağmen diyalog boş ve içeriksiz değildir. O daha çok derinlik ve anlam kazanır. Başarısızlığa yakın ve yeni bir düzen ve değer arayısında olan dünyada etik alanı yeteri düzeyde tartışma konusu sunmaktadır. Tanrı’nın mesajı mirassız bırakılanlara, dünyada ki haklarından yoksun bırakılanlara, bütün bükülmüş, dua eden, yakaran veya karşı çıkanlar, sinirlenenler ve sövenler için ne sunmaktadır? Bu alandaki diyalog çok önemlidir çünkü gelecekte Tanrı’nın insanların yüreklerinde bulunuşu bu verilecek cevapla alakalıdır. [...]
Diyaloğun görevleri
Diyaloğun positif sonuçları metevazi çerçevede kalsada ve içeriği sınırlı olsa dahi, görevi kalıcıdır. Onun görevi silkelemek, harekete geçirmek ve insanları ısrarlı bir şekilde düşüncelerine sarılmaktan alıkoymaktır. Tabii ki her kes her bir düşünceyi kabul etmek zorunda değildir ama onunla ilgili yeteri kadar bilgi edinmemek için bir mazeret bulması mümkün değildir. Başkasına bir şey öğretmeden önce – eğer bu veya şu konu hakkında onunla anlamlı bir diyalog sürmek mümkün değilse – en azından onu dinlemek gerekir.Özellikle Müslümanlara şunu açık bir şekilde belirtmek istiyoruz ki, bazen en tehlikeli olarak görülen düşünceler en yararlı olanlar olarak kendilerini gösterirler ve bu sadece eski fikirlerin paslantılarını sökme gibi olağanüstü bir kabiliyet olsa bile, şayet onlar yalnız temizleyen bir şok gibi uyanık ve aynı şekilde hazır bir bilinç bulabilirler. Aksi halde herhangi positif bir şey yapmadan delik deşik olmuş bir düzenin acecelce çökmesini ve parçalanmasını sağlayabilirler. İslamın şuandaki durumu göz önünde tutulursa herhangi bir şey yapmadadanda bu riskin çok büyük olduğu görülür. Ama bu gün ne İslam nede Tanrı’ya inanan başka bir dinin diyalog rizikosuundan başka bir seçeneği yoktur. [...] Geçmişin zengin verim ve kazanımlarını kayıtsız inkar etmeden yeni bir tefsir biçimi bulunduğumuz zamanın şartlarındandır. Zamanın gerektirdiğini yapabilmek ve sorunlara cevap verebilmek için bunun bir riziko, fikir alışverişi ve gerilim ortamına ihtiyacı vardır. Eğer bu verimli hale gelmiş ortamı yaratırsa ki yüzyıllardır İslam bundan mahrum kalmıştı, diyalog Müslümanları yalnış rahatlıklarından çıkarıp ve yeniden kalplarini ve kulaklarını Tanrı’nın sözüne açma rolüne sahip olabilir. Çünkü eğer her Müslümanın inandığı gibi Tanrı’nın Sözü ebedi ise, o zaman zorunlu olarak, vahiy belirli tarihsel bir zamanda ve ortamda inmiş olsa bile, Tanrı’nın Sözü zaman ve meknadan aşikardır ve böylece heryerde duyulabilir mevcudiyettedir ve sürekli yenidir. O halde sabit olarak algılanmamalıdır, yalnız pasif olarak alınmaz, ama daha tam aolarak tüketilmemiş imkanların bir bütünü olarak sürekli olarak sorgulamayla gerçekleştirilmelidir. Bu talep mutlaka devrimci değildir. Bu geçmişte yaşamıs bir sürü tafsircinin talebidir, onlar Kuran’ın yorumlama imkanlarının zenginliğinden etkilenmişlerdir, çünkü Kuran bir dilin alışılmış ifade sınırlarını onun inanılmaz ifade kabiliyetiyle yıkmıştır. Bundan dolayı her an ve heryerde sürekli mevcut olan Tanrı’yı bügünün kulaklarıyla duymak mümkündür. O halde zeka ve cesareti içinde barındıran ve korkularla, huzursuzluk ve günümüzün sorunlarıyla direk bir ilişki içerisinde olan modern bir tafsir biçiminin tekrar hayata geçirilmesi, Tanrı’nın dünyadaki haklarından mahrum bırakılmamamsı için ama insanlığın tarihinde layık olduğu yerde mevcudiyeti için olmazsa olmazlardandır.Buda ancak bütün insanlarla, imanlılarla ve imanlı olmayanlarla bir diyalog atmosferinden başka bir yerde olmaz. [...]
6. Ufuk
O hlade bu kapanıklıkla değil açik bir ruhla yürütülen araştırma nereye götürmektedir? Hiç kimse cevabı tam olarak söyliyemez. Bu hergün yeniden yaşamamız gereken bir rizikodur. Bu labirentin sonunda dinlerin birliği mi olacaktır? [...]
En sonunda Tanrı’nın araştırılamaz gizemli palnı ve insanların kaderiyle karşılaşırız. O halde bizler fikir farklılıklarımızı ve zıtlıklarımızı göz önüne alarak, ayrılık imtihanının kısaltılması için, böylece iyi eylemlerle yarışmalıyız. Kırgınlık ve cesaretimizin kırılmasından korunmak, rüzgar ve fırtınada yolumuza devam edebilmek için diyaloğa sebepsiz yere fazladan ümit yüklemememiz gerekir. Hayal kurmayalım: Bütün dikkatlere rağmen birbirinden farklı yönlere götüren yollar olacaktır. Geçmişte hiçbir zaman tek bir dokunuşla bütün yanlış anlaşılmaların ortadan kaldırıldığı ve dünyanın değiştirildiği bir sihir değneği bulunmamıştır. Gelecektede böyle bir şey herhalde bulunmayacaktır. Diyalog bir sabır deneyimidir. Eğer o yavaş yavaş birbirine yakınlaşmayı sağlayabilirse, kayıtsızlığı veya düşmanca sukunluğu gerçek dostluk veya gerçek kardeşlikle değiştirmeyi başarabilirse – bütün imanlardaki farklılıklara rağmen, o zaman çok şey kazanılmıştır. Diyaloğa girmek birlikte bir çözüm aramak veya daha az olarak her pahasına bir fikirbirliği bulmak anlamına gelmez. Diyaloğun görevi daha çok görüşmeye büyük bir netlik ve açıklık kazandırma ve bütün partnerlere kendi günlerinde kendilerini iyi hissetmeleri yerine, kendilerini aşmayı sağlamaktır. Işığın egemenliğine giden yol uzun olacaktır ve Tanrı onun gizemin örtüsüyle örtmrk istemiştir. [...]
* Muhammad Talbi’nin kısaltılmış makalesi, Islam und Diyalog. Köln: CIBEDO, 1981 (Orjinal 1972yılında Tunus’ta yayınlanmıştır).