Soru 21:
Diyorsunuz ki herkes miras günahla doğar. Diyelim ki bu doğru olsun. İsa'da bütün insanların günahlarını haçta ödemiş olsun (Nerede kaldı her insanın sorumluluğu?). Peki o zaman İsa ölüp dirilerek bütün günahları ödediyse, şimdi doğan çocuklar da miras günahla mı doğuyor? Eğer şimdi doğan çocuklar da bu günahla doğuyorsa İsa'nın ne faydası kaldı? (TR)
Yanıt: Soruyu soran, öncelikle kitabın 3.bölümünde Hristiyan Görüşü ve Hristiyanlar yanıtlıyor başlıklarını okumalıdır.
Soru burada birkaç altbaşlıkta yanıtlayacağım 3 ana noktayı içermektedir.
a.Miras Günahın (İlk Günah) gerçekliği ve terimsel anlamı
Kitabı Mukaddesin tarih yorumu ile ilgili temel ifadesi şudur: Tanrı dünyayı şu anda karşımızda olduğu şekilde istememiş ve yapmamıştır. O ölümü değil yaşamı istemiştir ve istemektedir; haksızlık, zorbalık ve yalandan nefret etmektedir. O insanların acı çekmesini istemez; insanların Onunla birlik içinde mutlu olmasını ister. Tanrının ta başlangıçta yeralan bu isteğini ve planını vurgulamak için Kitabı Mukaddes Cennetle ilgili aktarıyı (Eski Ahit, Tekvin 2,8.15-17) anlatır.
Cennetle ilgili aktarı ve insanın ilk yaratılışındaki hali ile ilgili öğreti paleontolojik (tarih öncesi) değil teolojik bir ifadedir: Tanrı insanı yalnızca iyi değil, çok iyi olarak yaratmış ve ona kendi yüce yaşamında pay vermiştir.
Cennet ve insanın ilk hali hakkındaki ifadeler kendi başlarına çok önemli değildir. Sayesinde insanın günümüzdeki durumunu doğru anlayabileceğimiz geri planı sunmaktadırlar: Tanrının istemediği ve yaratmadığı uzaklaşma, yabancılaşma durumu. Kötü nereden gelmektedir?
Günah bir insan yoluyla, ölüm de günah yoluyla dünyaya girdi (İncil, Romalılara Mektup 5,12). Bu havari Pavlusun kısa ve özlü tespitidir. Bu cümle, Kitabı Mukaddesin ilk sayfalarında geniş biçimde açıklanan insanın günaha düşüşünü (bkz. Eski Ahit, Tekvin 3,1-24) kısaca özetlemektedir.
Kitabı Mukaddes günaha düşmekle ilgili yalnızca bu tek öyküyü anlatmaz. Bu tek öykü, günahın sosyal boyutunun önem kazandığı diğer günah öykülerinin bir çığ gibi çoğalmasının nedenidir (bkz. Habilin kardeşi Abelce öldürülmesi ve bundan kaynaklanan insanlar arasındaki suç ve intikamın oluşturduğu kısır döngü, Tekvin 4.bölüm). Aynı şekilde tufan sırasındaki kaos (Tekvin 6.bölüm) ve Babil kulesinin inşası (Tekvin 11.bölüm).
İncilde havari Pavlus Tekvin kitabındaki günah öyküsünü ele alır. Bu noktada ilk Ademi, ikinci ve yeni Adem olan İsa Mesihle bağlantılı hale getirir (bkz. İncil, Romalılara Mektup 5,12.14.15.17)
Bu metin Eski Ahitin ifadelerinden daha öteye varmaktadır. Ancak İsa Mesih sayesinde günahın evrenselliği ve köktenciliğini kavrayabiliriz; İsa hem kurtuluş hem de karanlık içindeki gerçe durumumuzu ortaya koymaktadır. Bu şekilde insanlık üzerinde ölümsel güç olarak egemen olan günahın evrensel gücü belirgin hale gelir. Ancak günahın evrenselliği bilgisi, İsa Mesihte kurtuluşun vrenselliğinin yalnızca negatif olarak formüle edilmesidir. İsa Mesihte hepimiz için kurtuluş armağan edildiğini bildiğimizden, İsa Mesih dışındaki yolların karanlık olduğunu anlayabiliriz. Bu nedenle günah hakkındaki ifade kendi başına yeterli değildir. Bu ifade, İsa Mesihin getirdiği kurtuluşun evrenselliğini ve taşkınlığını, doluluğunu betimlemektedir.İnsanlığın karanlık ve umutsuz durumu, İsa Mesihte bizlere kurtuluşun tüm doluluğuyla armağan edildiği umudu ve bilinciyle çevrilidir.
Günümüz insanı için bu öğretiyi anlamakta ilk zorluk bugün bir çok bilimadamının tarihin başında yalnızca bir insan çifti (Monojenizm) olmadığını, tersine insani yaşamın evrim süreci boyunca birçok yerde oluşmuş olduğunu (Polijenizm veya hatta Polifiletizm) öğretmeleridir. Ancak bir birlik oluşturan insanlığın, daha kendi başlangıcında Tanrının kurtuluş önerisini reddettiği ve bunun sonucu olan kötü, karanlık durumun, içinden kimsenin kendi gücüyle kurtulamayacağı evrensel bir durum olduğu tespit edilirse, kilisenin öğretisinin anlamı korunmuş olur. Bu tespit edildiği zaman başlangıçta Monojenizm ya da Polijenizmin oluşu (başlangıçta insanların tek bir çift olduğu ya da farklı yerlerde farklı başlangıçlar olup olmadığı) yalnızca bilimadamlarının en iyi bilimsel yöntemlerle çözecekleri bilimsel bir sorun durumundadır, ancak bir iman konusu teşkil etmez.
İkinci zorluk da Miras Günah öğretisini anlamaya giden yolla ilgilidir. Birçokları için Miras Günah kavramı bir çelişki gibi görünür. Çünkü miras insanın herhangi bir hizmeti olmaksızın, yalnızca soyu nedeniyle edindiği bir şeydir, günah ise insanın sorumlu olduğu şahsi eylemidir. Bu bir çelişkiye götürür gibi görünmektedir: Ya günahkarlık durumu miras olarak üstlenilmiştir, o zaman günah değildir, ya da bu bir günahtır, o zaman da miras kelimesi yanlış yerdedir.
Zorluk, itirazın arkasında yeralan bireysel insan kavramını bir kenara bırakıp, insanların dayanışmasını gözönüne aldığımız zaman ortadan kalkmaktadır: Kimse tam olarak baştan başlamamaktadır, kimse sıfır noktasından başlamamaktadır. Herkes kendi yaşam öyküsü, ailesinin, halkının, kültürünün, hatta bütün insanlığın öyküsüyle şekillenmiş durumdadır. Bu noktada suçun belirlediği, biçimlendirdiği bir durumu bulmaktadır. Bencilliğin, önyargıların, haksızlıkların, sahtekarlığın hüküm sürdüğü bir topluma doğarız. Bu bizleri yalnızca görünüşte kötü örnek anlamında etkilemez, gerçekliğimizi dahi belirler. Çünkü kimse yalnız kendisi için yaşamaz; olduğumuz herşeyi diğerleriyle birlikte, beraber oluruz. Bu nedenle günaha eğilim geneldir; herkese ait bir özelliktir. Günahlarımız da yeniden başkalarını etkiler. Böylece kimsenin kendini kurtaramayacağı ortak günaha eğilimin ve günahta genel dayanışmanın bir ağı mevcuttur. Bu küçük çocuklar için de geçerlidir. Kendileri şahsen suçsuzdurlar; yaşamları yetişkinlerin, özellikle ebeveynlerin yaşamlarına paydaşlık şeklindedir; bu nedenle yetişkinlerden daha fazla onların geçmişleriyle içiçe geçmiş durumdadırlar.
Katolik öğretisine göre Miras Günah insanın ve insanlığın genel kötü ve karanlık durumundadır (bkz. İncil, Romalılara Mektup 7,15.17-19; 22-24).
Günahın evrenselliği öğretisi çokyönlü ve pratik bir anlama sahiptir. Bu öğreti şunu söyler: her insan günahkardır. Günahımız yok dersek, kendimizi aldatırız ve içimizde gerçek olmaz (İncil, Yuhannanın 1.Mektubu 1,8). Bu öğreti kendi kendimize yarattığımız illüzyonları yokeder ve günahımızı üstlenmemek, küçümsemek ve başkalarını suçlamak için başvurduğumuz kaçamak yolları kapatır: başkaları, çevre, soy, yapı vs. Miras günah öğretisi aynı zamanda kişisel suç tanımlamasında dikkatli olmamızı, hemen yargıya varmamamız gerektiğini de öğretir. Sonuçta yalnız Tanrı insanların yüreğindekileri görebilir. O ise cezalandırmak değil, affetmek istemektedir. İnsan affı anladığı ve bildiği zaman günahını kabul ve itiraf edebilir. Bu nedenle şunu bir kez daha belirtmek istiyoruz ki, günahın evrenselliği gerçeği, Eski Ahitin bütün ve uzun süreci boyunca önceden bildirilmiş ve sonunda İsa Mesihte gerçekleşmiş olan kurtuluşun evrenselliği ve imanın ışığıyla aşılmış, gölgede kalmıştır. Miras günah öğretisinin en önemli fonksiyonu bizlere İsa Mesihte sunulmuş olan, Tanrının affedici ve sağaltıcı sevgisine yönlendirmektir.
b. Tanrının kurtarma isteği ve İsanın fidye olarak bizim için canını vermesi
İsanın haçta utanç verici bir biçimde ölmesi yahudi insanı için Tanrının bir yargısı, bir lanet durumundaydı (bkz. İncil, Galatyalılara Mektup 3,13), Romalılar için bir utanç, ve çok sayıda tanıklığın ortaya koyduğu gibi alay edilmesi ve aşağılamak için bir sebep durumundaydı. Havari Pavlus Korintlilere 1. Mektubunda şöyle yazıyor: Yahudiler doğaüstü belirtiler ister, Grekler ise bilgelik ararlar. Ama biz, çarmıha gerilmiş olan Mesih'i tanıtıyoruz. Yahudiler bunu bir yüzkarası, diğer uluslar da saçmalık sayarlar (1,22-23).
Bu nedenle ilk hristiyanların müjdeyi duyurusu için bu haç skandalını doğru anlamak zor bir görevdi. Ancak İsanın Son Akşam Yemeği sırasındaki sözlerini hatırlamaları ve İsanın Tanrı tarafından diriltilmesinin ışığında şunu tam olarak anladılar ki, İsanın böylesi kötü biçimde öldürülmesi tarihin önplanında insanların inançsızlığı ve düşmanlığı ile gerçekleşmiş görünse de, bunun geri planında Tanrının isteği, Tanrının kurtarıcı planı, evet Tanrının sevgisi yatar. İlk hristiyanlar İsanın acı ve ölüm üzerinden giden yolunda, Eski Ahitte halihazırda önceden belirtilmiş olan Tanrısal bir gerekliliğin mevcudiyetini gördüler (bkz. İncil, Markos 8,31; Luka 24,7.26.44). Bu nedenle Pavlusun iman ettiği zaman, cemaatlerinde hazır bulduğu, Yeni Ahitin en eski aktarılarında İsa Mesihin Kutsal Yazılar uyarınca bizim için canını verdiği (bkz. İncil, Korintlilere 1.Mektup 15,3) yeralmaktadır. Pavlus, Eski Ahitte Yeşaya kitabındaki Tanrı kulu ile ilgili dördüncü ilahinin (bkz. Eski Ahit, Yeşaya 52,13-53,12) ışığında, İsanın ölümünde, kendi Oğlunu dahi sakınmayıp, Onda dünyayı kendisiyle barıştırmak için (bkz. İncil, Korintlilere 2.Mektup 5,18-19) bizim için feda eden (bkz. İncil, Romalılara Mektup 8,32.39; Yuhanna 3,16) Tanrının sınırsız ve tarif edilemez sevgisini görmektedir: Haç, kendini alçaltan Tanrının sevgisinin en belirgin olduğu yerdir. Eski Ahitte Yeşaya kitabından anılan bölüm şöyledir:
İşte, kulum akıllıca davranacak, yüksek, ve yükselmiş, ve çok yüce olacak. "Nasıl ki, çoğu sana şaştılar (onun görünüşü insanınkinden, ve şekli adam oğullarınınkinden o kadar bozulmuştu), böylece çok milletleri şaşırtacak; kırallar ona ağızlarını kapıyacaklar; çünkü kendilerine anlatılmamış olanı görecekler; ve işitmediklerini anlayacaklar.
Haberimize kim inandı? ve RABBİN bazusu kime izhar olundu? çünkü onun önünde körpe fidan gibi, ve kurak yerden kök sürgünü gibi çıktı; ne biçimi ve ne de güzelliği vardı; gösterişi de yoktu ki, kendisine bakınca gönlümüz onu çeksin. Hor görüldü, ve insanlar tarafından bırakıldı; acıları tanımış, elemler adamı; ve insanların kendisinden yüzlerini örttükleri bir adam gibi hor görüldü, ve biz onu saymadık.
Gerçek acılarımızı o taşıdı, ve elemlerimizi o yüklendi; gerçek biz sandık ki, o cezaya uğradı, Allah tarafından vuruldu, ve alçaltıldı. Fakat günahlarımızdan ötürü o yaralandı, fesatlarımızdan ötürü o zedelendi; selâmetimiz için olan ceza onun üzerine indi; ve onun berelerile biz şifa bulduk. Hepimiz koyunlar gibi yolu şaşırdık; her birimiz kendi yoluna döndü; ve RAB hepimizin fesadını onun üzerine koydu.
Ona kötü muamele ettiler, fakat alçaltıldığı zaman ağzını açmadı; boğazlanmağa götürülen kuzu gibi, ve kırkıcılar önünde dilsiz duran koyun gibi, ağzını açmadı. Gaddarlıkla hükmolunarak kaldırıldı; onun zamanında yaşıyanlar arasında kim düşündü ki, diriler diyarından kesilip alınması kavmımın günahından ötürü idi? vuruş ise, kavm içindi. Ve haksızlık etmediği, ve ağzında hile bulunmadığı halde, kabrini kötülerin yanında yaptılar, ve ölümünde zengin adamla beraberdi.
Fakat onu ezmek RABBE hoş göründü; onu eleme düşürdü; onun canı günah takdimesi edilince, zürriyetini görecek, ömrünün günlerini uzatacak, ve RABBİN muradı onun elinde ileri gidecek. "Canının emeği semeresini görecek, ve doyacak; salih kulum bir çoklarını kendi bilgisile salih kılacak; ve fesatlarını kendisi yüklenecek
Bundan dolayı büyüklerle beraber ona pay vereceğim, ve çapul malını zorlularla beraber paylaşacak; çünkü canını ölüme döktü, ve günahkârlarla sayıldı; çoğunun suçunu da o taşıdı, ve günahkârlar için şefaat etti (Yeşaya 52,13-53,12)
İsanın Tanrı tarafından feda edilmesine, İsanın da Babanın isteğine itaatle (işte islam kelimesinin fiil olarak asıl anlamı budur) kendini bizim için feda etmesi yanıt olarak uygun düşmektedir. İsanın ölümünü yaşam fedakarlığı olarak bu şekilde yorumlamak bizleri İncilci tanıklığın en merkezine yöneltir.
Bizleri temsil etmesi düşüncesi temel bir insani özelliği, yani bütün insanların dayanışma içinde bağlılıklarını ele alır. Kitabı Mukaddes bu düşünceyi alıp yeni bir anlamda tüm kurtuluş tarihinin temel yasası haline getirir: Adem bütün insanlığın temsilcisi durumundadır ve günahta herkesin dayanışmasını başlatır, İbrahim bütün soylar için bereket, kutsama olarak çağrılır (bkz. Eski Ahit, Tekvin 12,3), İsrail bütün halklar için ışık olarak (bkz. Eski Ahit, Yeşaya 42,6). Kitabı Mukaddes bu düşünceyi, başkalarının suçu uğruna acı çeken Tanrı kulunu anan dördüncü ilahide belirginleştirir (bkz. Eski Ahit, Yeşaya 53,4-5.12).
Kitabı Mukaddes için böyle merkezi bir anlam taşıyan başkalarının uğruna kendini feda etme düşüncesi, iman içerisinde İsanın ölümünün de bizler için sağaltıcı anlam taşıdığını anlaşılır kılmak için özellikle uygundur. Tüm insanların günahta dayanışmasının sonucu, herkesin ölüm yazgısında da dayanışma içinde olmasıdır. Burada insanın karanlık ve umutsuz durumu kendini gösterir. Yaşamın doluluğu olan İsa Mesih ölümde bizimle dayanışma içine girmekle, kendi ölümünü yeni bir dayanışmanın temeli haline getirmiştir. Onun ölümü şimdi ölüm yazgısına mahkum olan herkes için yeni bir yaşama kaynak olmuştur.
İsanın ölümünün bizleri temsilen acı çekip, can vermesi şeklindeki yorumu asıl olarak yine İsaya dayanmaktadır. Bunu o çok eski sözü göstermektedir: Çünkü İnsanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları uğruna fidye olarak vermeye geldi (İncil, Markos 10,45).
İsanın kurban olarak ölmesi ile ilgili Kitabı Mukaddes düşüncesi de günümüzde çoğu insan için anlaşılması zor gelmektedir. Kurban düşüncesinin daha derin anlamını kavramak istiyorsak, kurban konusunda öncelikli olanın kurban sunusunun dış görünüşü vs. olmadığını bilmeliyiz. Sunulan kurban kişisel kurban sunma düşüncesinin yalnız işareti durumundadır; bu içsel tutum elbette dışa yansımalı ve kendini göstermelidir. İsada bu şahsi tam fedakarlık, teslimiyet (islam) kurban ile bir ve bütündür; İsa hem kurban hem de kurbanı sunan rahip durumundadır. Bu şekilde Onun kurbanı mükemmel olan kurbandı; bu bir defalık ve ebediyen geçerli kurbanın (bkz. İncil, İbranilere Mektup 9,11-28) yalnızca gölgesi şeklinde önbildirileri durumunda olan diğer bütün kurbanların tamama erişiydi. Bu nedenle İbranilere Mektup bu kurbanda sözkonusu olanın maddi kurban sunusu değil, İsanın Babaya itaat içerisinde kendini feda etmesi olduğunu söyleyebilmektedir (bkz. İncil, İbranilere Mektup 10,5-10). Bu bütün insanlığı temsil eden tam fedakarlıkta, Tanrıdan uzaklaşmış ve ybancılaşmış olan insanlık, yeniden Tanrıyla birlik içinde olur. Bu nedenle İsa bu bir defalık kurbanı ile Tanrı ve insanlar arasında aracıdır (bkz. İncil, Timoteyusa 1.Mektup 2,5).
Bu düşünceyle bağlantılı olan diğer betimlemeler bedelini ödeyerek özgür kılmak, kurtarmak ve sağaltmak tır.
Tüm bu çeşitli betimlemeler ve ifadelerde sözkonusu olan temelde tek ve aynı konudur. Hepsi de yeni bir şekilde, İsanın, Tanrı ile insanlar arasında ve yine insanların kendi arasında barışı kurmak için hepimizi temsilen itaati ve fedakarlığı ile ebediyen sağladığı Tanrının karşılayan ve kurtaran sevgisini duyurmayı amaçlarlar. Bu nedenle Efeslilere Mektup Mesih bizim barışımızdır diyebilmektedir (bkz. İncil, Efeslilere Mektup 2,14). Günahın Tanrı ile insan arasında ve insanlar arasında ve insanda yolaçtığı yabancılaşma, İsada yeniden sağaltılmış ve esenliğe dönüşmüştür. Bu yüzden haç, Tanrıya ve insanlara düşman bütü güç ve kudretlere karşı zaferin sembolüdür, bir umut sembolüdür.
c. İnsanın kendi kurtuluşu ile ilgili sorumluluğu
Hiç kimse kendi isteğine aykırı olarak kurtarılmaz. Tanrının sonsuz sevgisinin Oğlu aracılığıyla Kutsal Ruhte bizlere sunduğu kurtuluş, insan tarafından özgür bir Evet ile kabul edimeyi ister. Kurtaran ve sağaltan Tanrı sevgisinin, yani Tanrının kendi Kutsal Ruhunun özgürce kabul edilen armağanı, yaşam boyu süren bir kutsama sürecini başlatır. Kutsal Ruhun gücü içinde, yani Tanrının lütfuyla gerçekleşen iyi işler aracılığıyla insan ruhani olarak gelişir. Ancak lütuf günah nedeniyle kaybedilebilir de, bu nedenle tövbe aracılığıyla yeniden armağan edilir. Bu nedenle bir hristiyanın bütün yaşamı, Tanrıyı yeniden unutmak, Ona itaatsiz olmak denemelerine, tuzaklarına karşı bir savaş durumundadır. Bu anlamda hristiyanın yaşamı sürekli olarak Tanrıya yönelmek, Ona dönmektir. Bu devamlı olarak yenilenmeye ve derinleşmeye ihtiyaç duyar.
d. Kurtuluş müjdesi temel olarak bütün insanlar için geçerlidir
Tanrı bütün insanların kurtulmasını ve gerçeğin bilincine erişmesini ister (bkz. İncil, Timoteyusa 1.Mektup 2,4). O, günahkarın ölmesini değil, aksine kötü yollarından dönüp yaşamasını ister (bkz. Eski Ahit, Hezekiel 33,11; İncil, Petrusun 2.Mektubu 3,9). Tanrısal kurtarma isteğinin bu evrenselliği, 2.Vatikan Konsili tarafından bir kez daha vurgulanarak öne çıkarılmıştır:
nitekim kendi hataları olmadan, Mesihin İncilinden ve onun Kilisesinden haberi olmayan ama Tanrıyı dürüst bir yürekle arayan ve lütfun etkisiyle Tanrının iradesini kendi vicdanlarının sesine uyarak yerine getirmeye çalışan kişiler ebedi esenliğe erişebilirler. Tanrısal öngörü, kendi hataları olmaksızın Tanrıyı açıkça tanıyamayan, ancak doğru bir yaşam sürmek için gayret edenlerden de kurtuluş için gerekli olanı esirgemez. Onlarda iyi ve gerçek olan Kilise tarafından Müjdeye hazırlık ve yaşama kavuşsun diye bütün insanları aydınlatanın lütfu olarak görülür. (Konsil bildirgesi Lumen Gentium: Ulusların Işığı, 16).
İnsanın, her insanın seçilmesi ve Tanrı tarafından çağrılması, Tanrının insanı insan olarak kabul ettiğini ve ciddiye aldığını da ifade eder. Bu nedenle de her insanın özgür yanıtını ve kabulünü ister. Evet, Tanrı sevgisi içinde, kurtarma isteğini bizim özgürlüğümüze bağlı kılıyor. Bu ise, kendi suçumuzla kurtuluşu erişemeyeceğimiz anlamına da gelir.
Soru 22: Üçlübirlik Tanrının doğası ise, Ona benzer yaratılan insanın da benzer özellikleri olması gerekir. Bu özellikler neler olabilir? Başka deyişle, insanı Tanrıya benzer kılan şey nedir? (TR)
Yanıt: Hristiyanlığın insan düşüncesinin büyük oranda Tanrının Üçlübirliğinin açınlanmasından şekillendiğini göstermek mümkündür. İnsanın sahip olduğu anlayışının en sıkı anlamda imanı ve imanındaki Tanrı kavramı ile içiçe olduğu çok eskiden beri varolan bir düşüncedir. İnsan kim olduğunu, büyük oranda, Tanrısal olan hakkındaki deneyim ve bilgisi yoluyla keşfetmektedir. Teolog Emil Brunner şöyle yazıyor: Her kültür ve her tarih dönemi için şu geçerlidir: Bana nasıl bir Tanrın olduğunu söyle, ben de senin insanlığının nasıl olduğunu sana söyleyeyim. Tanrı kavramı ve insan kavramı karşılıklı olarak yansımalar içerirler. Bu şekilde hristiyan düşüncesi kısa zamanda şunu keşfetti: İnsanın şahsiyet oluşu da, Tanrısal-Üçlübirliğin şahsiyet oluşunun benzeri olarak, yalnızca ve öncelikli olarak esasen Ben-Olmak ya da Kendinde-Olmakla şekillenmemekte, aksine Tanrıda olduğu gibi ilişki şeklinde biçimlenmektedir: ondan bu tarafa – ona doğru. İnsan, karşılıklı özgürce tanımakla, birarada olmak ve birbiri için varolmakla, tam anlamıyla şahıs olur. Bu bağlamda diğer kişi, önemli oranda kendi şahsına dahil durumdadır. Başkasında ve başkası aracılığıyla kendimi kazanırım,yaşamım doluluğa ve bütünlüğe erişir. Evet, Üçlübir Tanrıdan hareketle görünen, Kendi-İçinde-Olmanın ve Birarada-Olmanın birbirine aykırı olmadığıdır ve insanın hemen formüle edebileceği şekilde her ikisi birbirine zıt düşmemektedir: Ben ne kadar ben olursam başkalarına o kadar az bağımlı olurum ve başkalarına o kadar az yönelik olurum; ve ne kadar ilişkilerime bağımlıysam, o kadar az ben olurum! Hayır, Üçlübir Tanrı gözönüne alındığında her ikisi de orantılıdır: Tanrıdaki şahıslar da tamamen birbirlerinden ve birbirlerine yöneliktirler ve böylece ayrılmaz tek bir Tanrılığı oluşturmaktadırlar. Burada ilişkinin, Diğerleriyle-İlişki-İçinde-Olmanın, birliğin en üst şekli olduğunu görmek mümkündür. İşte bu birlik şekli bizim özlemini çektiğimiz birliktir, yoksa tüm dünyanın birliği, herşeyin birliği değil. Karşılıklı ilişki içinde bütünleşen bir birliğe ve bir ilişki ağı ve birlikte gerçekleştirmede bütünlüğe erişen bir farklılığa özlem duymaktayız.