German
English
Turkish
French
Italian
Spanish
Russian
Indonesian
Urdu
Arabic
Persian

Ölüm – Mahşer – Ebedi Yaşam

1. İslami görüş

 

Ölüm

Bir Müslüman ölümü hayatından silip atmamalıdır. Aksine ona ölümle birlikte yaşamak, öğretilir. Ölüm insanın her an yanındadır.

İsan yaşamı için, bunun bilincinde olmalıdır. Kuran’da şöyle yazılmıştır: „Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır“ (4:79 / TR-Koran 4:78); „Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır (62,9 /TR-Koran 62:8); „Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) Bizim önümüze geçilmez“ (56:61 – 62 / TR 56:60 – 61).

Bir Müslüman günde beş defa şu sözleri tekrar eder: “Firari zamanın adına! Gerçekten insan kaybolmamıştır, inananlar ve hayırlı işler yapanlar ve karşılıklı gerçek sevgisi için çabalayanlar ve birbirlerini sabır için uyaranlar haricinde.“ […] Böylece Müslüman yaşamında ve İslam cemaatinde ölüm gizlenmemiş ve bir kenara atılmamıştır. Ona özel bir anlam verilmiş veya başka bir şekilde daha iyi ifade edersek, ona gerçek anlamı verilmiştir. Allah kelamı olan Kuran’da insana, ölümün ilk olarak ve sadece „ölüm ücreti“ olmadığını ve bir son olmadığını, ama daha çok bir „eve dönüş“ olduğunu hatırlatır. Bizim exitus – çıkış, son, bitim, mahvolmak veya hatta felâket olarak algıladığımız ölüm, dinsel gerçekte yaşamın kendi özüne dönüşüdür – „Allah’la birleşmektir“ (5:36 / TR 5:35). Ölüm yaşamın sınırı mıdır? İnsanlar bu konu hakkında ne düşünürlerse düşünsünler, Allah en azından Kuran’da, ölümün böyle anlaşılmamasını açıkça belirtir.

 

Gelenek

Eğer bir kişi, bir müslümanın ölümden sonraki dirilişle ve Allah’ın yakınındaki ebedi yaşamla ilgili bilgisini anlamak isterse, onun geçerliliği olan geleneklerin bir kısmını anlaması gerekir. Ölümden sonraki olaylarla irtibatlı olarak ölüm meleğine (gelenkte „İzra’il“ Türkçede „Azrail“ diye adlandırılır) önemli bir rol oynar. Kuran 32:12 / TR 32:11 ondan şöyle bahseder: „De ki: ,Sizin için görevlendirilen ölüm meleği — malak al-mawt — canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.ʻ“

 

Kuran ölüm ve diriliş arasındaki zaman dilimiyle ilgili az açıklama getirmesine rağmen, gelenek bu konuyla ilgili bir sürü geleneklerde bulunur. Buna göre ölüm meleğinin görevi ruhu („nafs“ veya „ruh“) ölünün bedeninden ayırmaktır. Eğer ruh kurtulmuşlardan ise Allah huzuruna çıkartılır ve orada bütün günahlarının bağışlandığı haberini alır. Daha sonra daha toprağa gömülmemiş olan bedenenin yanı başına döner. Buna karşın kurtulmamış birinin ruhu daha ilk cennet kapısından geri çevrilir. Bunun üzerine ölüm meleği koruyucu elini çeker ve o toprağa geri döner. Orada zebaniler, yani cehennem bekçi melekleri onu yakalarlar ve mahfolmuşların (lanetlilerin) toplanma yerine götürürler.

 

İkinci önemli durak mezar sorgusudur. Ölünün bedeni gömüldükten sonra Münker (kötü) ve Nekir (korkunç) melekleri onu imanı ve inanç yaşamı hakkında sorgulamak için zuhur ederler. Bu anlatı defin sırasında mühim olan çok etkileyici bir gelenek oluşmasını sağlamıştır. Yaslı cemaat meleklerin sorgusuna hazır olması için ölüye yardım etmeye çalışır. Ona yüksek sesle söylenen düstur söyledir: „Ey Allah’ın kulu! Hatırla bu dünyayı terk etmeden önce üzerine aldığın sorumluluğu unutma: Allah’tan başka Tanrı yoktur ve Muhammed O’nun elçisidir. Cennet ve cehennem gerçektir, mezarda sorgu ve yeniden diriliş vardır, kıyamet saati kuşkusuz gelecektir. Allah kabirde yatanları yeniden diriltecektir. Yine unutma ki, sen Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, peygamber olarak Muhammed’i, imam olarak Kuran’ı, kıble olarak Kâbe’yi ve kardeş olarak müminleri seçmiştin. Allah sana bu imtahanda yardım etsin. Kuran da şöyle der: ,Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar‘“ (14:28 / TR 14:27).

Eğer cevap buna göre ise Mubaşşar ve Başir melekleri (müjdeci melekler) ölüyü yanlarına alırlar. Onlar müjdelenen dirilişin bir işareti olarak ölünün mezarını dışardakı ışığı görebileceği kadar açarlar. Daha sonra derler ki: Bir damadın sevdiği tarafından uyandırılmayı beklediği gibi uyu. Allah seni bu konaklama yerinden diriltene kadar uyu.

 

Eğer ölünün verdiği cevap yanlış ise, bedeni mezar cezasına çarptırılır, yani o, Münker ve Nekir tarafından dövülür ve aşağılanır.

 

Bunu mahşer zamanına kadar bir gece gibi sürecek bir bekleme zamanı başlar. Ruhlar uyku sarhoşları gibi bir hayat sürerler. Kıyamet günü geldiğinde, „sanki mezarda gündüzün bir saatinden başka kalmamışlar (yeni ayrılmışlar) gibi“ (10:46 /TR 10:45) veya „sanki dünyada ancak bir akşam, yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış gibidirler“ (79:47 / TR 79:46).

 

Mezardaki sorgulama geleneği iki Kuran ayetini kaynak olarak gösterir:

- „Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir“ (9:101).

- „Onlar da şöyle derler: ,Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Günahlarımızı kabulleniyoruz. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu var mı?ʻ“ (40:11).

 

Toplum inancının sağlam bir parçası olmasına rağmen Kuran’da olmayan bu gelenek doğal olarak ilahiyat bilimi tarafından süre gele tartışılmaktadır. Özellikle 8. yüzyılın ortasında ortaya çıkan akıla bağlı Mu‘tezile ilahiyat düşünce biçimi, reformcu Muhammed Abduh (1849—1905) bu gruba yakın bir düşünürdü, mezar sorgusunu ve mezar azabını red eder. Mu‘tezililer şöyle delil gösterirler: Ölünün durumundan bir canlanma veya bir sorgulamadan, hiç bir şey fark edilmez, nede ispatlanabilir. Ama bu kaynak olarak gösterilen ve mezar azabından bahsedermiş gibi gözüken Kuran ayetlerinin kelime kelime anlamlarına karşıdır. Kuran’ın kelime anlamı ancak eğer deneyime ve akıla karşı değilse kabul etmek mümkündür. Başka durumlarda onu mecazi bir şekilde anlamak gerekir. Buna rağmen şuna inanmak gerekir, her insan yaptıkları için Allah huzurunda hesap vermek zorundadır ve bu hesabın sonucuna göre ahirette ya ödüllendirilecek yada cezalandırılacaktır.

 

Ölüm ve diriliş arasındaki yer hakkındada çeşitli gelenekler bulunmaktadır: Bu metinlerden birine göre ruh dirilişe kadar mezarda bekleyecektir. Allah seni ölümden dirilteceği için diriliş gününe kadar burası senin yerindir. O burada kendi amellerinin kazancına göre dirilişten ve mahşerden sonra alacağı mükâfat veya cazayı tadar.

 

Başka bir metinde bütün imanlıların mahşer gününden önce cennete gireceğini anlatır: İmanlıların ruhu, Allah kıyamet gününde bedenini diriltene kadar cannetin ağaçlarında barınan bir kuşa benzer.

 

Bu geleneklerin saygıdeğer eskiliği karşısında bir sürü ilahiyatçı „bila kaifa“ ya güvenir, yani „Biz buna inanıyoruz, ama bunun nasıl mümkün olabileceğini sormaktan vazgeçiyoruz,“ demektedir.

 

Buna karşın Mu’tezililer peygamber Muhammedʼin bazı sahabelerinin ve seleflerinin öğretilerini kanıt göstererek ölümden sonrasıyla ilgili tartışmalarda şunu ibraz etmekle yetinirler: „Ölülerin ruhları Allahʼtadır“. Gelenek hakkındaki düşüncelerimiz bu kadardır.

 

Kuran’da ölümün sınırını aşabilmek

Bu sofu gelenek hakkında ne düşünülürse düşünülsün, şunu elde tutmak gerekir: İnsanın Allahʼla karşılaşacağı yer dieye adlandırılan ölümsınırının Allah için geçerli olmadığı, ölümün bir son olmadığı, aslında yeni bir başlangıç olduğu, bu belittiğimiz metinlerde yüksek derecede bir eminlikle bahsedilmektedir.

 

Kuran suresi 47:16ʼnın da belittiği gibi ve yalnız bir mukayese olarak anlaşılması gereken renkli cennet tasavvurlarına karşı Kuran Allahʼla karşılaşma konusunda çekingen, temkinli, suskundur. Sanki ölümün aşılabilmesi için yalnız Allahʼın kudreti ve merhametinden başka bir sözün ihtiyacına duyulmayacakmış gibi bahseder.

 

Zaten diriliş ve ebedi yaşama, mahşer gününe, hayır ve şerre iman, islamiyet için temeldir. Reformcu Muhammed Abduh (19849-1905) Allahʼın birliği (tawhid) hakında özellikle şöyle yazar: „Kim kutsal kitapta yazan emirlere inanırsa, ama içinde bulunan öteki yaşam ve öteki yaşam olayları hakkındaki vahiylere kelime anlamıyla inanmakta zorlanıyorsa, bunlara kendi bildiği anlamda inanabilir. Eğer bu metinlerin yorumu ölümden sonraki yaşam hakkındaki öğretiden sapmıyorsa ama kelime anlamından cayıyorsa, kendi yorumunu sağlam delillere dayandırması gerekir. Aynı zamanada yaptığı açıklama Kuranʼın öğretisine göre öteki yaşamda olacak amellerin mükafat ve cezasına olan imanı, vaat ve tehditleri ırgalamamalıdır.“

Abduh burada islam amentüsün beşinci maddesine „ölülerin dirilişi ve mahşer günü“ konusuna girer. Bu madde Kuranʼda bulunan Sure 2:178ʼdeki doğru iman deyimine dayanır: „Asıl iyilik, Allah’a ve , ahiret gününe inanmaktır“ (TR 2:177), veya 30:51 (TR 30:50)„Allah’ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki O, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.“

İslami düşünceye göre kurtuluş beklentisinin anlamını kavramak için öteki dünyada bir mekanın olması gerekmemektedir: Ne Koran nede gelenekler cennet ve cehennemin bir tarifini vermemektedir, onlar yalnızca kararlı bir şekilde anlatı olarak nitelenen „ebediyetin bahçelerinden“, „ateşten“, insana vaat edilen Allah adaletinin, sevinç ve acının şiddetinin — dikkat: kalitesinin değil — insanın kendi amellerinin bir sonucu olduğundan söz ederler. Eğer cennetsel mükafatların hakında bir şey söylenmişse bu muhakkak şu Kuran düşüncesinde bulunur: „Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez“ (32:18 / TR 32:17) ve bir başka Hadis şöyle açıklar: Ben iyilik yapan kullarım için hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın duymadığı ve hiç bir insan kalbinin tasvir etmesinin mümkün olmadığı şeyler hazırladım […]“ (Imam Buhari ve Müslimʼe göre Ebu Hüreyre).

 

Cennet tasvirleri ve amaçları

İnsan sevinç ve acıyı ancak kendi kişisel yaşam deneyimi ve çevresinin mutlak şartları içerisinde düşünebilir. Muhammad Hamidullah bununla ilgili şöyle yazar: Cennet ve cehennemle ilgili açıklamaların tasvir ve tanımları doğal olarak Peygamber Muhammedʼin zamanında yaşayan insanların beklenti ve düşünce biçimine uygun olarak, o zamanın durum ve çevre şartlarına göre düzenlenmiştir. Tasviri olarak bizlere dünyevi yaşamda etrafımızda olan şeyleri hatırlatırlar: Bahçeler ve nehirler, genç güzel kızlar, halılar, değerli taşlar, meyveler, şarap ve inasanın bütün düşünebileceği buna benzer şeyler. Buna nazaran cehennemde ateş, yılanlar, kaynayan su ve başka işkenceler; buz çölleri bulunur — bütün bunlara rağmen (!!) ölümsüzdür.

Bütün bu tasvirler yaşadığımız bu zamana uzak görünselerde, anlatmak istedikleri serin bir akıl mantığına hitap etmez, ancak ayrıksı bir yoğunlukla hislerimize hitap eder.

Buna rağmen amaç belirgindir: Bizim etiksel-ahlâksal ve sosyal-insanca davranış biçimlerimizi sağlamlaştırmak için tasvire dönüştürülmüş yardım araçlarıyla karşı karşıyayız.

Örnek olarak Peygamber şöyle demektedir: „Eğer ölüm bir imanlıya gelirse, bu onun için Allahʼın iyiliğinin ve lütfunun bir müjdesidir. Onun için bundan daha iyisi yoktur. O Allah ile karşılaşmayı özler, Allahʼta onunla karşılaşmayı özler.

Ama bir imanlı ölüm haberini Allahʼın gazabının ve gelecek cezanın bir mesajı olarak algılar. Başına bundan daha kötü bir şeyin gelebileceğini düşünmez. Allah ile karşılaşma düşüncesi onun için utanç vericidir, Allah içinde bu karşılaşmanın beklentisi utanç vericidir.

Cehennemde oturanlar o kadar büyük olacaktır ki, kulak memesi ile omuz arasındaki mesafe yediyüz yıl yolculuk uzunluğunda gibi, derileri yetmiş arşın, azıdişleri Uhu dağı gibi olacaktır“ (Musnad Ahmadʼa göre İbn Omar).

Eğer insan bedeninin özellikle derinin ve baş kısmının ağrıya karşı hassas olduğunu düşünürsek, bu açıklamaların o zamanda yaşayan insanlara yaptığı etkiyi birazcık olarak algılayabiliriz. […]

Nihayet gelenekte cennette olacaklar hakkında şöyle denir: „Cennette olanlar arasındaki en sade konum öyledir ki, Allah ona bir şeyler dilemesini söyleyecektir. Ve o bir sürü dilekte bulunacaktır … nihayet Allah ona bütün dileklerinin yerine geleceğini buyuracaktır. O bütün bunlara ve bir katına daha kavuşacaktır (Muslimʼe göre Abu Hüreyre).

 

Seyri Allah

İmanlıları yolun sonunda bekleyen kurtuluşu anlama anahtarı Sure 10:26ʼda sunulur: „Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır.“ Gelenekçilerden İmam Müslim (ölüm 875) ve Muhammed İsa el-Tirmizi peygamber Muhammedʼin seyri Allahʼı imanlıların en büyük ödülü olarak anlattığında bu Kuran ayetine atıfta bulunduğunu iletirler. Bir hadise göre Allahʼın bütün „toplanma yerinde olanlara“ görüneceği ve nasıl „karanlık bir gecede Ay görünür ve bütün ihtişamıyla parlarsa“ hepsinin Onu öyle göreceği iletilir.

Bir Müslümanın ona doğru yürüdüğü en son hedef „Allah ile ittihattır“, „seyri Allahʼtır.“ Kuran bununla ilgili şöyle der: „O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar“ (75:23 / TR 75:22—23). Sure 9:72 ye göre bu „çok güzel köşkler“, ebedi barışın mekanları, islamiyetin konumu, doğru yolun en son durağıdır (10:26). Ve Allah ölümün aşılacağını müjdeler: „(Allah, şöyle der:) Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! (İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir.“ (89:28—31 / TR 89:27—30).

Sure 2:175 mahfolmuşlar hakkında şunu demektedir: „Kıyamet günü Allah, onlarla konuşmayacak“ veya Sure 3:78 / TR 3:77 de „Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak“, diyor. Onlar „kıyamet günü Rablerini görmekten mahrum bırakılacaklardır“ (86:16 / TR 86:15). Ama bu dışlama ebedi değildir. Peygamber Muhammed şöyle demiştir: „Öyle bir gün gelecektir ki, Cehennemin kapıları rüzgârda bir birine gıcırdayacaktır, çünkü içinde hiçkimse kalmayacaktır“ (Musnad Ahmedʼe göre Abd Allah İbn Amr İbn el-As).

Bütün geleneklerin ve vaatlerin üzerinde Allahʼın gerçek yaşamı yakalamaya olan çağrısı bulunur: „Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız“ (8:25 / TR 8:24).

 

(Muhammad Salim Abdullah, Islam — Für das Gespräch mit Christen. Altenberge 1988, S. 82—93, adlı eserden alıntıdır.)

 

II. Hristiyan görüşü

 

Ölülerin dirilişi ve ebedi yaşam

 

Bazı insanlar vardır ki, dop dolu bir yaşamdan sonra yüksek bir yaşta ölürler. Ama hastalık, açlık veya soğuk, bir kaza veya bir afet sonucu ölen çocuk ve gençlerde vardır. Allah bilir kaç insan komşularının umursamazlığı yüzünden, ne ekmek nede ilaçlarını paylaştıkları, ne topraklarını nede evlerini paylaştıkları; veya barış için çabalamak yerine daha kolay savaş açanların şiddetleri yüzünden ölmüştür.

* Eğer Hristiyanlar ölülerin dirilişine ve ebedi yaşama inandıklarını söylüyorlarsa, bu kendilerini ölümden ve acılardan sakınmak istedikleri anlamına gelmez.

* Onlar yalnızca haksızlık gören ve dışlanan komşularını tok sözlerle ölümden sonraki daha iyi bir yaşamla teselli etmek istedikleri anlamına da gelmez.

* Eğer Hristiyanlar ölülerin dirilişine ve ebedi yaşama inandıklarını söylüyorlarsa, şunu ifade etmek isterler: „Aynı şekilde, Mesih İsa’nın ölüler arasından dirildiğine, daima yaşadığına, aynı şekilde doğruların da öldükten sonra dirilmiş Mesih’le birlikte sonsuza dek yaşayacaklarına ve Onun son günde onları dirilteceğine kesinlikle inanıyor ve umut ediyoruz“ (KKDAİ 989). İnanıyoruz ki bizler dönüştürülmüş varlığımızla hayal edebileceğimizden daha güzel bir şekilde yaşamaya çağrıldık. Bize bunu hediye olarak verebilecek olan Tanrı’dır.

 

O ölülerin Allah’ı değildir

Kutsal Kitap anlatımlarla doludur. Orada insanlar planlarını ve amaçlarını anlatırlar. Yaşam onlara gülerse sevinçlerden, eğer mutsuzluk başlarına gelirse hayalkırıklığı ve hüzüntüleri anlatırlar. Onlar şunu sorarlar: Niçin bu dünyadayız? Eğer insan ölecekse bütün bu uğraşlar niçin? Neden bir kişinin yaşamı o kadar uzun sürerken diğerinin yaşamı daha doğru dürüst başlamadan bitmektedir? Bu ve bunun gibi sorulara insan kendiliğinden doğru bir cevap bulamaz.

Kutsal Kitapta hikayeleri anlatılan insanlar kendi sınırlarını bilirler. Yinede bu sınırları aşan ümitin deneyimini yaparlar. Onlar Allah’a açık olduklarını hissederler. Ümitlerini Allah’a doğrulturlar.

İsa vaazında ölülerin dirileceğini vaat eder. Onun bir arkadaşı olan Lazarus öldüğünde, onun kız kardeşi Marta’ya aynı şekilde her mezar başında bir abi veya bir abla için yas tutan her kadın ve erkeğe şunu tekrar eder:

 

“İsa ona, ,Diriliş ve yaşam Ben’im’ dedi. ,Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır’” (Yuhanna 11,25).

 

Paskalya gününde İsa aracılığıyla Allah ölümden daha güçlü olduğunu göstermiştir. İsa’nın mezarı boştur ve dirilmiş İsa havarilerine görünür, onlara çilenin çivilerinden delinmiş ellerini ve ayaklarını göstererek şöyle demektedir: “Ellerime, ayaklarıma bakın; işte ben’im!“ (Luka 24,39).

 

İsa’nın dirilişi, Aziz Pavlus’unda temin ettiği gibi, onlara eminlik verir:

“Mesih İsa’yı ölümden dirilten Tanrı'nın Ruhu içinizde yaşıyorsa, Mesih’i ölümden dirilten Tanrı, içinizde yaşayan Ruh’uyla ölümlü bedenlerinize de yaşam verecektir” (Romalılar 8,11).

 

İsa şöyle diyor: “Buna şaşmayın. Mezarda olanların hepsinin O’nun sesini işitecekleri saat geliyor. Ve onlar mezarlarından çıkacaklar. İyilik yapmış olanlar yaşamak, kötülük yapmış olanlar yargılanmak üzere dirilecekler” (Yuhanna 5,28-29).

 

Ölüler nasıl dirilecekler?

Konuşmamız ve sözlerimiz bu dünyanın gerçekliliğini referans alırlar. Dünya ve Allah’ın gerçekliğini anlatabilmek için sözlerimiz yeterli değildir. Daha ilk Hristiyanlar bu deneyimi şunu sorduklarında yapmışlardı: Ölülerin dirilişi nasıl gerçekleşecek? Mezarda çürüyen bedene ne olacak? Sakat bir insan dirilişten sonrada mı sakat kalacaktır? Ölen bir çocuk gökte bir yetişkin mi olacak? Bütün ümitlerini ve inaçlarını Mesih İsa’ya veren, ölen ve ölecek olan bütün insanlara ne olacak? Bu ve daha bunun gibi bir sürü soru karşısında; dirilmiş, ihtişam içerisinde nurlandırılmış, aynı zamanda bedeninde bize olan sevgisinden dolayı çektiği acıların izlerini taşıyan ve onun sayesinde bizim için yaşamını veren İsa’ya bakmaktan başka vereceğimiz daha iyi bir cevap yoktur. Boş olan mezar, çivilerin izleri bir tarafta ve aynı zamanda dirilmiş İsa’nın yeni ve gizemli görüntüsü diğer yandan bize şunu söyleme iznini verir: Ölüler bedenle dirilecektir, ama aynı zamanda farklı bir şekilde, çünkü beden harikulade olacaktır. Nasıl bir bir buğday tanesi meyve vermek için ekildiğinde ölümle değiştirilirse öyle (karşılaştır Yuhanna 12,24).

 

“Dirilmek ne demektir? Ölümle, ruh ve beden birbirinden ayrılır, insanın vücudu bozulur, ruhu ise, yüceltilmiş vücuduyla yeniden bir araya gelmenin bekleyişi içinde Tanrı’ya gider. Tanrı Herşeye Kadirliğiyle vücutlarımızı ruhlarımızla birleştirerek, İsa’nın Dirilişinin etkisiyla onlara nihai bir biçimde çürümez yaşamı verecektir” (KKDAİ 997).

 

“Tanrı’nın Herşeye Kadirliği” üzerine kurulu olan sevginin ve yaşamın bu gizemi karşısında Aziz Pavlus Korint’teki cemaatine şundan bahseder: “...Tanrı’nın, kendisini sevenler için hazırladıklarını hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş, hiçbir insan yüreği kavramamıştır” (1 Korint 2,9).

 

Efkaristiya Ayinine katıldığımızda dirilmiş Rabbin bedenini bedenimize bir besin olarak veririz. Efkaristiya ebedi yaşamın teminatıdır: “Efkaristiya’ya katılmamız bize şimdiden bedenimizin Mesih tarafından dönüştürüldüğü duygusunu tatma zevkini verir” (KKDAİ 1000).

 

“Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim” (Yuhanna 6,54).

 

Dirilişin beklentisinde olan imanlıların beden ve ruhları şimdide “Mesih’e ait olmanın” onuruna sahiptirler. İşte bu yüzden kendi bedenine ve diğerlerinin özellikle acı çekenlerin bedenine saygı duyma taleb edilmektedir (Karş. KKDAİ 1004).

 

“Beden … Rab içindir. Rab de beden içindir. Rab’bi dirilten Tanrı, kendi kudretiyle bizi de diriltecek. Bedenlerinizin Mesih’in üyeleri olduğunu bilmiyor musunuz? … Kendinize ait değilsiniz… Bunun için Tanrı’yı bedeninizde yüceltin” (1 Korint 6,13-15.19-20).

 

Hristiyanlar ve Ölüm

 

Ölüm, Allah’a güvenenler dahi, insanlara korku verir. Çünkü ölüm veda ve ayrılık demektir. Bir insanın bu yaşamda ulaştığı herşey, mallar ve kişilerden uzaklaşması demektir. Her insan boş ellerle ölümü tadacaktır.

Hiç bir ölen kişi korkusundan dolayı utanç duymamalıdır. İsa’da haç üzerinde Baba’sına seslenmiştir. Onunla her ölüme yakın olan insan Baba’ya yakarabilir. Tıpkı İsa ile birlikte çarmıha gerilen haydut gibi, bütün güvenini İsa’ya vererek cevap verebilir: “Sana doğrusunu söyleyeyim, sen bugün benimle birlikte cennette olacaksın” (Luka 23,43). Her ölen İsa ile birlikte merhametli Allah’ın bütün korkuyu sevinçe dönüştüreceğinden ve boş elleri dolduracağından emin olabilir. “Mesih’in nurunda ölenler içinde, Rab’bin Dirilişine katılabilmek için Rab’bin ölümüne bir katılmadır” (KKDAİ 1006).

Bizler öldüğümüzde Allah’ın bizi karşılayacağına inanırız. Ölümün kapattığı gözler açılır. Bizler Allah’ın karşısında dururuz herbirimiz kendi yaşam hikayesiyle, sevgisiyle ve hatalarıyla. Bütün yaptımız iyilik ve kötülüklerle: Allah’ın sevgisi ve komşularımızın iyiliği veya kötülükleri için. Bu karşılaşmanın yaşamımız için dönüm noktası olduğuna inanırız.

İsrail Peygamberleri ve İsa bu deneyimden bir Mahkeme (Mahşer) olarak bahsederler. Allah’ın gözleri en engin derinliklere kadar bakar. Onun karşısında hiç bir şey saklanamaz ve güzelleştirilemez. O, sonsuzca adil olan, bizim zayıf olduğumuzu bilir ve bunu kayda alır. O, sonsuzca adil olan, bizim zayıflığımızı itiraf ettiğimizi mi ve herşeyi onun merhametinden beklediğimizi mi, görür. Bu Mahkemede Karar açıklanacaktır: Ödül mü, ceza mı, azizlik mi, kahır mı, İbrahimin yanı mı, ebedi ateş mi, hamd ilahileri mi, ağlama ve diş gıcırdatma mı (Karş. Matta 8,12), düğün salonunda dans mı yoksa kapalı kapıları boşu boşuna çalmak mı (Karş. Matta 15,1-13). Bu tasavvurlar insanı derinden etkileyen resimlerdir. Bunlar yolda olanlara tövbe etmeleri, yaşamlarını değiştirmeleri ve Mesih’in sevgisinde güçlenmeleri için söylenmiştir: İmânda, ümitte ve sevgide.

İmanlının, ey Tanrım

yaşamı değiştirilecek

alınmıyacak

Ve bu dünyasal hacılığın sığınağı yıkıldığında,

göklerde ebedi bir yerleşim evi hazırdır.

(Ölüleri anma Ayininden dua)

 

Ölüm: dünyasal yaşamın sonunu ve ebedi yaşamın başlangıcını işaretler. Ruh fani bedenden ayrılır. Ruh özel Mahkemede Allah ile karşılaşır. Mahşer gününde, Mesih İsa bütün görkemiyle tekrar geldiğinde, bütün ölüler dirilecek, bedenler ruhlarıyla bütünleşecektir. Adil olanlar nurlanmış ve yüceltilmiş bedenleriyle, mahkum edilenler acı ve ıstırap dolu bir bedenle bütünleşeceklerdir.

 

Mahşer: Bu özel Mahkeme (= tek tek kişilerin yargılanması) İlkmahşer ve Sonmahşer den ayrıdır. Bu özel Mahkeme hemen ölümden sonra olur. Burada kişinin ebedi olarak seçilmişlerin cemaatine mi yoksa sonsuza kadar bu cemaatin dışında mı kalacağına karar virilir. Karar kişinin yaşamı boyunca Allah’ın isteği doğrultusunda yaşamaya çabası ve Mesih İsa’ya olan inancı doğrultusunda virilir. Bu karar daimi geçerlidir. Sonmahşer (dünyanın yargılanması) Kıyamet günüyle ilgilidir, Mesih’in Allah’ın egemenliğini herkese açık ilan edeceği gündür. Bütün milletler Mesih’in huzuruna çağrılacaklar ve her bir ruh bedeniyle birlikte tek tek yargılanacaktır (Karş. Matta 25,32)

 

Karar: Karar insanın dünyadaki yaşamı boyunca olan bağımsız isteğine göre ölçülecektir. Kim bilerek ve kendi isteğiyle Allah’tan uzaklaşmışsa seçilmişlerin arasında yeri yoktur; Onun hissesi ayrı olanların “İblis ve meleklerine hazırlanan sonsuz ateştir” (Matta25,41): bu “Cehennemdir”. Allah’a ve Mesih İsa’ya inanan fakat ölümlerinde O’nunla karşılaşmaya henüz hazır ve layık olmayanlar için bir katarsis zamanı, bekleyiş ve gelişme öngörülmektedir, buna “Purgatorium” (Araf) denir. Onlar orada Allah’la dolu bir birlik içinde yaşama umuduyla beklerler. İmânlıların duası onlara yardımcı olur. Dünyadaki yaşamları boyunca Mesih’in sevgisinden etkilenip onun isteği doğrultusunda hareket eden seçilmişler için Mesih’in şu sözleri geçerlidir: “,Gelin Babam’ın kutsadıklarıʻ diyecek, ,Dünyanın kuruluşundan bu yana sizin için hazırlanan hükümranlığı miras alınʻ” (Matta 25,34). Onlar Allah’ı olduğu gibi ve kendilerinin ona benzerdiğini görecekler (Karş. 1 Juhanna 3,2); onlar ebedi birliktelikle O’nunla yaşayacaklar. Onlar “Cennettedirler”.

 

Ebedi yaşam:

Kimseden, kendi zayıflığından bile korkmadan yaşamaktır; Allah’ın düşündüğü ve adını çağırdığında olmasını istediği insan olmaktır; Allah’ta yaşamaktır; dolu bir şekilde yaşamak, ebedi yaşamak, ebedi bir durgunlukla yaşamak değil, ama düşünülemez bir doluluk ve barış içinde, nur ve sevgi içinde yaşamak – kim ebedi yaşamın nasıl olacağını tam olarak söyleyebilir?

• Büyük Kilise Babalarından biri olan Aziz Augustinus şöyle yazmaktadır:

“… o zaman hepimiz bağımsız olacağız ve göreceğiz, göreceğiz ve seveceğiz, seveceğiz ve hamd edeceğiz. Gör işte bu dünyanın sonunda olacak ve hiç bir sonu olmayacak şeydir.”

İsrailin Peygamberleri ve Aziz Yuhanna, Hristiyan son zaman Peygamberi, tasvirlerle yeni yaşamın bizler için nasıl olacağından bahsederler. Onlar Cennetten belirtisiz, bulutların ötesinde bir yermiş gibi bahsetmezler. Cennet Allah’ın olduğu, insanların O’nun halkı olarak ve O’nunla yaşadıkları yerdir. Günahla dolu insanlar tarafından altüst edilmiş eski dünya kaybolmuştur. Allah’ın istediği gibi dirilmiş Mesih’in ışığıyla aydınlatılmış yeni bir dünya insanlara memleket olarak hizmet eder. İnsanların O’nun halkı olarak, O’nunla yaşadıkları ve Tanrı seyrinden çok mutlu oldukları bir dünyadır: O’nun kendisi bunun ışığı ve yaşamıdır. Bu yüzden artık Güneş ve Ay’a ihtiyaç duyulmayacaktır. Yeni Kudüste taşlardan evler ve Allah’la karşılaşmak için mabetler olmayacaktır. Allah insanların arasında oturmaktadır.

Kutsal Kitapta bir süre resimle tasvir edilen yeni ve bereketli bir dünya olacaktır: Çölde pınarlar akacak; Ağaçlar büyüyecek ve yılda on iki defa meyve verecek. Bir canlının diğerini tehdit etmediği bir dünya olacak: Kurt, kuzunun yanında uzanacak; birbirlerini zarar vermeden yanyana yaşayabilecekler. Küçük bir çocuk elini yılan deliğine sokacak ve ısırılmayacaktır (Yeşaya 11,6—8).

İnsanlar bir doluluk içinde insan olmanın, bütünlüğün ne olduğunu keşfedecekler: Artık hastalık, ölüm, yalnızlık, üzüntü, göz yaşı, kin, düşmanlık ve baskı olmayacaktır.

Aslında bu doluluğu anlatan daha bir sürü resim mevcuttur ve bunları görmekten insan sıkılmaz: “O zaman körlerin gözleri, sağırların kulakları açılacak, topallar geyik gibi sıçrayacak, sevinçle haykıracak dilsizlerin dili” (Yeşaya 35,5—6). Kılıç ve mızrak gereksiz olacaktır; Mızraklardan bağcı bıçağı yapmak için onları kıracaklar. Artık hiç kimse savaşı düşünmeyecek. Herkes kendi asmasının, incir ağacının altında oturacak. Kimse kimseyi korkutmayacak (Karş. Mika 4,3—4). Allah’ın kendisi üzgünlerin en son gözyaşlarını gözlerinden silecektir – evet olan herşey artık geride kalmıştır.

“O’nun yüzünü görecek, adını alınlarında taşıyacaklar” (Vahiy 22,4).

 

Kâhin, Aziz Yuhanna, Yeni Ahit’in enson kitabını yazmıştır. Buna “Apokalypse” yani “Vahiy” denir. Bu kitabın içinde Allah’ın Aziz Yuhanna’ya “vahiy” ettiği gizemli görüntüler mevcuttur: Allah’ın ve O’nun oğlu Mesih İsa’nın zaferi ve O’na düşman olan güçlerin yenilgisi; ebedi kurtuluş; Allah’ın yakınında olan insanların sonsuz mutluluğu.

 

“Bizi Mesih’te her ruhsal kutsamayla göksel yerlerde kutsamış olan Rabbimiz İsa Mesih’in Babası Tanrı’ya övgüler olsun.

O kendi önünde sevgide kutsal ve kusursuz olmamız için dünyanın kuruluşundan önce bizi Mesih’te seçti.

Kendi isteği ve iyi amacı uyarınca İsa Mesih aracılığıyla kendisine oğullar olalım diye bizi önceden belirledi.

Öyle ki, sevgili Oğlu’nda bize bağışladığı yüce lütfu övülsün.

Tam bir bilgelik ve anlayışla üzerimize yağdırdığı lütfunun zenginliği sayesinde Mesih’in kanı aracılığıyla Mesih’te kurtuluşa, suçlarımızın bağışlanmasına kavuştuk.

Tanrı sır olan isteğini, Mesih’te edindiği iyi amaç uyarınca bize açıkladı.

Zaman dolunca gerçekleştireceği bu tasarıya göre, yerdeki ve gökteki her şeyi Mesih’te birleştirecek.

Her şeyi kendi isteği doğrultusunda düzenleyen Tanrı’nın amacı uyarınca önceden belirlenip Mesih’te seçildik.

Öyle ki, Mesih’e ilk umut bağlayan bizler, O’nun yüceliğinin övülmesi için yaşayalım.

Gerçeğin bildirisini, kurtuluşunuzun Müjdesi’ni duyup O’na iman ettiğinizde, siz de vaat edilen Kutsal Ruh’la O’nda mühürlendiniz.

Ruh, Tanrı’nın yüceliğinin övülmesi için Tanrı’ya ait olanların kurtuluşuna dek mirasımızın güvencesidir” (Efesliler 1,3-14).

 

(Kaynak: “Ich glaube. Kleiner katholischer Katechismus. Königstein i.T.: Kirche in Not 2004, S. 105—113).

 

Bize ulaşınız

J. Prof. Dr. T. Specker,
Prof. Dr. Christian W. Troll,

Kolleg Sankt Georgen
Offenbacher Landstr. 224
D-60599 Frankfurt
Mail: fragen[ät]antwortenanmuslime.com

Yazıcılar hakkında bilgi?